ESKİŞEHİR YÖRÜKLER DERNEĞİ 2014 ESYÖRÜK
 
eskisehiryoruklerdernegi
EY ERTUĞRULUN EVLADI..! KAYA GİBİ SERT KAYI GİBİ MERT OLASIN...!!  
  ESKİŞEHİR YÖRÜKLER DERNEĞİ-
  AVLAMIŞ KÖYÜ YÖRÜKLERİ
  OSMANLI
  OSMANLI PADİŞAHLARI
  => Osman Gazi
  => Orhan Gazi
  => I.Murat Hüdavendigar
  => Yıldırım Bayezid
  => Mehmet Çelebi
  => MuratHan II
  => Bayezid (Beyazıt) Han II
  => Kanuni Sultan Süleyman
  => Yavuz Sultan Selim (Selim Han I)
  => Selim Han II (Sarı Selim)
  => Sultan Üçüncü Murat Han (Murat Han III)
  => Mehmed (Mehmet) Han III
  => Ahmet Han I
  => Mustafa Han I
  => Osman Han II (Genç Osman)
  => Murad (Murat) Han IV
  => Sultan İbrahim
  => Mehmed Han IV (Avcı) ve Köprülüler Devri
  => Süleyman Han II
  => Ahmed Han II (Sultan 2. Ahmet)
  => Mustafa Han II
  => Ahmet Han III
  => Mahmut Han I
  => Osman Han III
  => Mustafa Han III
  => Abdülhamit Han I
  => Selim Han III
  => Mustafa Han IV
  => Mahmut Han II
  => Ziyaretçilerimiz
  HABER YÖRÜK ESKİŞEHİR
  İLETİŞİM
  BÜYÜK TÜRK TARİHİ
  ŞİİR KÖŞESİ
  MAKALE VE YAZILAR
  TÜRKMENELİ KERKÜK
  VASİYETLER
  KAN BANKASI
  TÜRK TÜRKÜ SÖYLER
  NEVRUZ
  ARAMIZDAN AYRILANLAR
  ETKİNLİKLERİMİZ
  ÇANAKKALE SAVAŞI
  SEBETAYCILAR
  DİNİ BİLGİLER
  DÜŞÜNDÜREN SÖZLER
  EĞLENCELİK FIKRALAR
  BASINDA YÖRÜKLER
  YÖRÜKLER HAKKINDA
Yavuz Sultan Selim (Selim Han I)

Yavuz Sultan Selim (Selim Han I) Hazırlayan: Oğuzhan Tan

 

Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu, İslam halifelerinin yetmiş dördüncüsü. Sultan İkinci Bayezid Han'ın oğlu olup, annesi Dulkadirli ailesinden Aişe Hatundur. 1470 yılında Amasya’da doğdu. Şehzadeliğinde, devrin alimlerinden mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Arap, Fars dilleriyle yüksek din ve fen ilimlerini öğrendi. Askeri sevk ve idare ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için, şehzadeliğinde Trabzon Valiliği'ne gönderildi.

Trabzon’da başlayan devlet idareciliğinde, pehlivan yapılı vücudu, devrin silahlarını kullanmadaki mahareti, Müslümanlara hayranlık ve rahatlık, düşmanlara korku ve dehşet verdi. İdareciliğini, Trabzon dışına da taşırarak, Osmanlı Devleti aleyhine propaganda yapan asileri takip ettirdi. Trabzonluları rahat bırakmayan Gürcüler üzerine, üç sefer yaptı. 1508 Kütayis Seferinde Kars, Erzurum, Artvin illeriyle on beş mahalli fethederek Osmanlı topraklarına kattı. Buralarda yaşayan Gürcülerin hepsi Müslüman oldu. Diğer taraftan Şah İsmail’in Doğu Anadolu’da artan ve Akdeniz sahilleriyle İç Anadolu içlerine ve Rumeli’ye kadar varan propagandasına karşı, gayet şiddetli tedbirler aldı. Şah İsmail’in gayesi ve propagandasının neticesini iyi tespit ettiğinden, daha köklü tedbirler alınması gerektiğini teşhis etti. Valilik yetkisiyle bütün ülkede, Şah İsmail’in faaliyetlerinin önüne geçilemeyeceğini bildiğinden, şehzadeler meselesinden faydalanarak, Osmanlı tahtına namzed oldu. Babası İkinci Bayezid Han hayatta olmasına rağmen, Şehzade Ahmed ve Korkut, Osmanlı Sultanı olmak için faaliyetlerde bulunduğundan, Şehzade Selim de harekete geçti. Uzun mücadelelerden sonra, 24 Nisan 1512 tarihinde, Osmanlı Sultanı olup, babası İkinci Bayezid Hanı, yılda iki milyon akçe tahsisatla Dimetoka’ya, büyük hürmet göstererek maiyetiyle beraber yolcu etti. Babası 26 Mayıs 1512 tarihinde yolda vefat edince, cenazesini İstanbul’a getirtti. Bayezid Camii yanına türbe yaptırıp, buraya defnettirdi.

Yavuz Sultan Selim Han, tahta geçtikten sonra 1512 ve 1513 yıllarında iç meseleleri halletti. Ülke içinde hadise çıkartan ve ilerisi için büyük tehlike olabilecek Rafizi faaliyetlerin teşvikçisi, doğudaki Safevi devletine karşı sefere çıkmadan batı, kuzeybatı ve güney hudutlarını emniyete aldı. Eflak, Boğdan, Macar, Venedik ve Mısır elçileriyle sulhun devamını teyid eden antlaşmalar imzaladı.

Bu sırada Akkoyunlu Devletini ortadan kaldıran, Azerbaycan, Irak-ı Acem, Irak-ı Arab ve İran’ı ele geçirerek Ceyhun Nehrine kadar hududunu genişleten Şah İsmail, Sünni Özbekleri de yendikten sonra, Anadolu’ya yönelmişti. Gönderdiği dai ve halifeleri vasıtasıyla Osmanlı hudutları içinde yaşayan Şiileri kendisine bağlıyor ve fırsat buldukça da isyanlar çıkartıyordu.

Şah İsmail’in bu tehlikeli teşebbüslerini önlemenin tek çıkar yolunun, Anadolu’da Şiiliğin gelişmesini önlemek, hatta kökünü kazımak olduğunu biliyordu. Bunun için, İran’da kurulan Şii devletlerin ikide bir Osmanlı Devletini tehdit etmesine ve batıya karşı açılan her seferde Osmanlıyı arkadan vurmasına son vermek emelindeydi. Bu sebeple daha önceki Osmanlı sultanlarının Avrupa fütuhatını doğuya çevirdi. Bu sayede İslam alemini birleştirmek, Anadolu Türklüğü ile Orta Asya’yı birbirine yaklaştırmakla, Asya ve Afrika’daki devletlerin Osmanlı hakimiyetine girmesi mümkün olacaktı. Yavuz Sultan Selim Han, topladığı olağanüstü divanda, Şah İsmail’in yaptığı saldırıları bir bir anlattı. Divanda yapılan uzun müzakerelerden sonra, İran’a sefere karar verildi.

Sefer hazırlığı esnasında, şehzadeliğinden beri tespit ettirdiği bozguncuları, memleket aleyhinde çalışanları sürgün, hapis ve gerekli olan cezalarla cezalandırdı. Yavuz Sultan Selim Han'ın, asi, hain ve ahlaksızları Anadolu ve Rumeli’den temizlemesi, Türkiye’nin birlik ve beraberliği, ülke bütünlüğü için çok yerinde, isabetli bir karar oldu. Bu arada sefer hazırlıklarını tamamlayan Yavuz, 20 Nisan 1514’te Üsküdar’a geçerek, ordu-yu hümayun ile İran Seferine çıktı. Anadolu’dan takviye kuvvetler alınarak ilerlendi. Şah İsmail, yiğitlik harcı olan er meydanına davet edildi. Meydana çıkmayınca, Safevi topraklarına girildi. Şahın, Sultan Selim Hana karşı ülkesini müdafaa etmemesi üzerine, ikinci bir name gönderildi. Bu namede; Osmanlı ordusunun uzun bir yoldan gelip epeyden beri muharebe için ordu aramasına rağmen meydana çıkan olmadığı, padişahların ellerindeki memleketlerin nikahlıları olduğu, erkek ve yiğit olanın onu namahreme dokundurtmayacağından bahsedilerek, miğfer yerine yaşmak, zırh yerine çarşaf giymesi tavsiye edildi. Kadın elbiselerinden hırka, şal ve çarşaf gönderildi. Osmanlı ordusunun aylardır yolda bulunması, sefer güzergahını Safeviler çekilirken tahrip etmesi, Şah İsmail’in ajanlarının faaliyetleri, Yeniçeriler arasında hoşnutsuzlukların çıkmasına sebep oldu. Sultan Selim Han, sefer bozguncularına, meselenin gayet hassas olduğu bu safhasında aldığı kesin ve kararlı tedbirle mani oldu. Çadırına ok atacak kadar ileri gidildiğinde, askere verdiği nutuk, harp psikolojisinin şaheserlerindendir. Bu nutukla; hedefe daha varılmadığını, seferden asla dönülmeyeceğini, cihad için çıkılan bu seferden hatunlarını düşünenlerin dönebileceğini, yiğit olanın gelmesini isteyip, tek başına da olsa gideceğini, bütün heybet ve azametini göstererek, gür sesiyle söyledi. Yavuz Sultan Selim Han'ın nutku, asker arasında çok tesirli oldu ve ordu onu takip etti. Bu arada, Safevi ordusunun, Çaldıran Ovasında olduğu haberi alındı. Çaldıran’da mevzi alındı. Sultan Selim Han kumandasındaki Osmanlı ordusu ile İran Şahı İsmail-i Safevi kumandasındaki Safevi ordusu, 23 Temmuz 1514 tarihinde Çaldıran Ovasında muharebeye tutuştu. Çaldıran Ovası'nda yapılan meydan muharebesi, Osmanlı zaferiyle neticelendi. Şah İsmail-i Safevi tahtını, tacını ve hanımını muharebe meydanında bırakarak, kaçtı (Çaldıran Meydan Muharebesi / Savaşı). Safevi başşehri Tebriz’e kadar ilerlendi. Şah İsmail, İran içlerine kaçtı. Sultan Selim Han, Tebriz’e girip, şehirde kaldı. Tebriz’de Cuma selamlığı yapıp, hutbeyi aslına uygun olarak, dört halifeyi zikrettirerek, adına okuttu. Tebriz’deki alim, sanat erbabı, tüccar ailelerini İstanbul’a gönderdi.

Yavuz Sultan Selim Han, bölgedeki fetihleri tamamlamak için, kışı Azerbaycan’daki Karabağ’da geçirmek istedi. Başşehirden çok uzakta bulunulması bazı devlet adamları ve askerlerin hoşnutsuzluğuna sebep olunca, Amasya’ya hareket etti. Amasya’da fesatçıları cezalandırdı. Doğu ve güney hudutlarının emniyet altına alınması gerekiyordu. Çaldıran’da gayret gösteren Bıyıklı Mehmed Ağaya Bayburt, Erzincan ile Kiğı’nın beylerbeyliği verilip, asilerin elindeki Kemah Kalesini muhasara etmekle vazifelendirdi. Sultan Selim Han da, 1515 Mayıs ayında Kemah’a geldi. Padişahın da muhasaraya katılmasıyla, Kemah muhafızı 19 Mayıs 1515 tarihinde, kaleyi Osmanlılara teslim etmek zorunda kaldı.

Mısır Memlukları ve İran Safevileri ile Osmanlıya karşı münasebetleri tespit edilen Dulkadiroğulları Beyliğinin de Anadolu’nun birlik ve beraberliği için Osmanlı ülkesine katılması gerekiyordu. Sultan Selim Han, Rumeli Beylerbeyi Sinan Paşayı, 49.000 kişilik kuvvetle Dulkadirli ülkesinin zaptına gönderdi. Osmanlı kuvvetleri, Göksun Muharebesi ve Turna (Nurhak) Dağı harekatında Dulkadirli Alaüddevle ve ordusunu mağlup etti. Alaüddevle ve oğulları öldürülerek, ordusu bozuldu. Dulkadirli ülkesi, bütünüyle fethedildi. Dulkadir memleketi, başta Maraş ve Elbistan olmak üzere bir sancak haline getirilerek Şehsuvaroğlu Ali Beye verildi. Bu savaşta büyük hizmetleri görülen Hadım Sinan Paşa da veziriazamlığa tayin edildi. Dulkadirli topraklarının Osmanlıya katılmasıyla, Mısır Memlukları ile hudut komşusu olması Osmanlı-Memluk münasebetlerini gerginleştirdi. Doğu ve güneydeki fetihlere devam edilerek Çaldıran Zaferi'nden sonra Osmanlı hizmetine giren; Doğu Anadolu’da çok hürmet edilen meşhur alim, tarihçi ve yazarlardan İdris-i Bitlisi, Osmanlı nüfuzunu bölgede hakim kılmak için çalışmaya başladı. Bıyıklı Mehmed Paşa, Diyarbekir’i zapt etmekle vazifelendirildi. Diyarbakır, bölgenin merkezi durumunda büyük bir şehir olup, müstahkem kalesi vardı. Şehir ve suru ile muhafazasında bulundurulan kuvvet miktarı, Safevilerin batı hududunda set vazifesi görmekteydi. Bıyıklı Mehmed Paşa, 1515’te Diyarbakır'a karşı harekete geçerek, şehri muhasara altına aldı. Safevili muhafız Karahan, Osmanlının şiddetli muhasarasına dayanamayıp, şehri terk ederek, Mardin tarafına çekildi. 19 eylül 1515 tarihinde, Diyarbekir’in merkezi olan Amid kalesi fethedildi. Mardin’e sığınan Safevili kuvvetler de, meşhur alim İdris-i Bitlisi’nin nüfuzuyla bölgeden atıldı. Safevili Karahan, Ekim ayında Koçhisar mevkiinde yapılan muharebede öldürüldü. Osmanlının askeri kuvveti, İdris-i Bitlisi’nin manevi tesiriyle, beylerinin çoğu Sünni olan bölge, Osmanlı hakimiyetini tanıdı. Çaldıran Zaferi sonrasında, Doğu ve Güney harekatıyla; Harput, Silvan, Bitlis, Hısnkeyfa, Diyarbekir, Urfa, Mardin, Cezire’den Rakka’ya kadar olan Kuzeydoğu bölgeleri ile Musul havalisi Osmanlı idaresine alındı.

Yavuz Sultan Selim Han, 1514 baharında çıktığı İran Seferinden 1515 yazında döndü. Sefer dönüşünde İstanbul’da devletin idari, siyasi, askeri, sosyal, iktisadi ve ticari meselelerinin halline başladı. Sefer esnasında meydana gelen hadiseleri bütünüyle tetkik ve tahkik ettirdi. Devlet adamlarını tek tek huzuruna çağırıp, hadiselerin sebep ve suçlularını tespit etti. Yeniçeriler, suçlarını anlayıp, “Hepimiz günahkarız!” diyerek, padişahtan af istediler. Hadiseleri kökünden halletmeye azimli olan padişah, tahkikatı derinleştirerek suçluları tespit etti. Hadiselerden, Kazasker Tacizade Cafer Çelebi, İkinci Vezir İskender Paşa ve Ocaktan Sekbanbaşı Balyemez Osman Ağa suçlu bulunarak, huzura çağrıldı. Bizzat Cafer Çelebi’ye:

“İslam askerini itaatsizliğe ve isyana tahrik edenin cezası nedir?” diye fetva istedi.

O da:

“Eğer sabit olursa cezası idamdır” deyince:

“Senin fesadın, bence gerek lahikan ve gerek sabıkan sabittir ve kendi hakkındaki fetvayı kendin verdin” diyerek suçluları Divan-ı hümayun önünde idam ettirdi.

Piri Mehmet Paşa'yı, yeni bir donanma ve tersane inşa ettirmekle vazifelendirdi. Yavuz Sultan Selim Han, istikametini gizli tuttuğu sefer için ordu ve donanma hazırlattı. Seferin tekrar İran’a olduğu tahmin edilmekteyse de, donanmanın hazırlanışından denizde kıyısı olan Mısır Memlukları ihtimalini kuvvetlendirmekteydi. Osmanlı-Memluk münasebetleri Şah İsmail ve Dulkadirli meselesinden çıktı. Yavuz Sultan Selim Hanın, buna rağmen, ikinci Sünni devletin, Haçlılara ve İran Safevilerine karşı ortak mücadele etmesi gerektiğini belirten temasları oluyordu. Sultan Selim Han, 1516 baharında veziriazam Sinan Paşa'yı, 40.000 kişilik bir kuvvetle Maraş üzerinden Fırat tarafına sevk etti. Veziriazam Sinan Paşa, Fırat Nehrini geçip, Diyarbekir’e gitmeye memur olduğunu huduttaki Memluk beylerine bildirdi. Fırat Nehrini geçmek için izin istedi. Memluklar, Suriye hududunda kuvvet bulundurduklarından, Osmanlı talebini reddettiler. Sultan Selim Han'a durum bildirildi. Sinan Paşa'nın, Memluk hududuna gelmesi üzerine, Mısır Sultanı Kansu Guri (Gavri) de 50.000 kişilik bir kuvvetle Şam’a geldi. Mısır Sultanı'nın durumu, Sultan Selim Hana arz edildi. Kansu Guri’nin, Şah İsmail-i Safevi ile ittifakı ihtimaline karşı, güney hududundan ve gerisinden daha da emin olmak için, Mısır Seferine karar verildi.

Müslümanlara işkence ve eziyet edip, Eshab-ı kiram ve Ehl-i sünnet alimlerini kötüleyenlere karşı sefere giderken, buna mani olmak isteyen bir İslam hükümdarına karşı ne yapmak lazım geldiğini alimlere sordu. Alimler, sefer açılabileceğini bildirdiler. Hilafeti de himaye eden Memluklara karşı sefer için fetva alınıp, harp etmek meşrulaşınca, kendi kumandasındaki kuvvetlerin Kayseri’de toplanmasını emretti. Ayrıca, Rumeli Kazaskeri Zeyrekzade Rükneddin ile ümeradan Karaca Paşayı, Kansu Guri’ye elçi gönderdi. Osmanlı elçisi, Mısır Memluk Sultanından, İran üzerine hareketle oraları bozgunculardan temizleyeceğini ve kendisine hayır dua edilmesini istiyordu. Kansu Guri, Osmanlıların Dulkadirli topraklarının zaptını uygun karşılamadığından, elçileri önce hapsettirdiyse de, sonra serbest bırakıp, Sultan Selim Hana yüz kantar şeker ve büyük kutularla helva gönderdi. Sultan Selim Han, 1516 Haziranında Mısır Seferine çıkıp, Osmanlı Donanması da Suriye sahillerine gönderildi. Sultan Selim Han, Mısır elçisi Moğolbay’ı ülkesine geri gönderirken:

“Efendine söyle, Mercidabık’ta karşıma çıksın” dedi.

Memluk Sultanı Kansu Guri, yanında Abbasi Halifesi Üçüncü Mütevekkil olduğu halde Mercidabık’a geldi. Sultan Selim Han kumandasındaki Osmanlı ordusu da, Mercidabık’a gelip, Kansu Guri kumandasındaki Memluk ordusu ile, 24 Ağustos 1516 tarihinde muharebeye tutuştular (Mercidabık Meydan Muharebesi - Savaşı). Muharebe Osmanlıların üstün harp gücü ve teknik imkanlarıyla zaferle sonuçlandı. Son Abbasi Halifesi Üçüncü Mütevekkil Sultan Selim Hanın yanına getirilip, çok hürmet gösterildi.

Suriye, Osmanlı hakimiyetine geçti. Suriyeliler, Osmanlı adalet ve Müsamahalarını iyi takdir ettiklerinden halk ve kale muhafızları şehirlerin anahtarlarını Sultan Selim Hana kolayca teslim ettiler. Sultan Selim Han; Halep, Hama, Humus ve Şam şehirlerine girdi. Üç ay kadar Şam’da kaldı. Memluk Sultanı Kansu Guri, Mercidabık Muharebesi sonrasında vefat ettiğinden, Mısır Kölemenleri de Tomanbay’ı sultanlığa getirmişlerdi. Sultan Selim Han, Tomanbay’a Osmanlı hakimiyetini tanıması şartıyla, antlaşma teklifi için iki elçi gönderdi. Osmanlı elçileri, Sultan Tomanbay’ın arzusu dışında, Kölemenlerce öldürüldü. Yavuz Sultan Selim Han, Osmanlı elçilerinin katledilmesini harp sebebi saydı.

15 Aralık 1516 tarihinde, Şam’dan Mısır Seferine çıktı. Mısır’ın merkezi Kahire’ye ulaşmak için Sina Çölünü geçmek gerekiyordu. Eski fatihlerin bütün teşebbüslerine rağmen, kurak ve çorak çölün geçilmesi imkansız gibi olduğundan, vezir Hüseyin Paşa başta olmak üzere, Mısır Seferine itiraz edildi. Yavuz Sultan Selim Han itirazları susturmak, ordu bozanlığın önüne geçmek için, Vezir Hüseyin Paşayı, idam ettirdi. Osmanlı ordusu, Sina Çölü'nü günde ortalama otuz kilometre yürüyüşle bir haftada geçerek, harp tarihinde rekor yaptı. Sina Çölünü geçerken olduğu rivayet edilen şu vaka o tarihten beri menkıbe olarak anlatılır:

Sina Çölünde yıllardan beri yağmur yağmamasının verdiği kuraklıkla, müthiş çoraklık, ıssızlık ve kum fırtınası vardı. Padişah, devlet adamları ve süvariler ata binmiş halde çölde ilerlerken Sultan Selim Han, bir ara atından iner. Sultanın piyade yürüyüşüne geçmesiyle, bütün devlet adamları ve süvariler, attan inerler. Başta Sultan Selim Han ve bütün ordu, kurak ve çorak Sina Çölünde piyade yürüyüşü yaparlar. Ordu harap ve bitab bir hale gelir. Fakat, Sultan Selim Han, büyük bir edeb ve huşu içinde yürümektedir. Sebebi sorulunca; bütün heybet ve azametinden sıyrılıp, sakin ve edeple buyurur ki:

“Önümüzde, fahri kainat Resulullah efendimiz hazret-i Muhammed yürümükteyken, at üstünde gitmekten haya ederim.”

Sina Çölünü geçerken yağmur da yağıp, kolayca Mısır’a ulaşırlar.

21 Ocak 1517 tarihinde, Kahire’ye çok yakın Birk-ül-Hac mevkiinde konaklandı. 22 Ocak 1517 günü Kahire yakınlarındaki Ridaniye’de Osmanlı-Memluk muharebesi başladı. Sultan Selim Han kumandasındaki Osmanlı ordusu, Tomanbay kumandasındaki Memluk ordusuna karşı Ridaniye’de zafer kazandı (Bkz. Ridaniye Meydan Muharebesi). Memluk Sultanı Tomanbay, Kahire’den çekildi. Sultan Selim Han, Kahire’ye 15 Şubat 1517 tarihinde parlak bir merasimle girdi. 20 Şubat Cuma günü Melik Müeyyed Camiinde okunan hutbede kendisi için söylenen “Hakim-ül-Haremeyn-iş-Şerifeyn” unvanını kabul etmedi. Mübarek makamlara hürmeten unvanındaki “Hakim” kelimesi yerine hizmetçi manasındaki “Hadim”i getirtip, “Hadim-ül-Haremeyn-iş-Şerifeyn” (Mekke ve Medine’nin Hizmetçisi) unvanını aldı. Bunu belirtmek için de sarığının üstüne süpürge biçiminde sorguç taktı.

Yavuz Sultan Selim Han, 1516 Ağustosundan beri yanında bulunan son Abbasi Halifesi, Üçüncü Abdülaziz el-Mütevekkil-al-Allah Muhammed’in rızası, Kahire’den Osmanlı merkezine gönderilen Cami’ül-Ezher Medresesi alimleri ve İstanbul’daki alimlerin meclisinde ittifakla varılan kararla, Osmanlı padişahlarına Sultanlık unvanı ile beraber, İslam aleminin etrafında toplandığı “Hilafet” makamı da verildi.

Yavuz Sultan Selim Han'ın kazandığı Ridaniye Zaferi ile; Mısır, Arabistan Yarımadası Osmanlı hakimiyetine geçti. Kızıldeniz’e ve Hind Okyanusuna inilip, Kuzey Afrika hakimiyet yolu açılarak, Osmanlı hududu, Atlas Okyanusuna dayandırıldı. Venedikliler, Memluklara verdikleri, Kıbrıs Adasının haracını, Osmanlılara göndermeye başladılar. Hicaz ve Orta Doğudaki mübarek makamlar, Osmanlı hizmetine açıldı. Mukaddes emanetler İstanbul’a getirtilerek, İstanbul şereflendi. Buralar, nadide eserlerle süslendi. Sultan Selim Han, 4 Haziran 1516’da çıktığı Mısır Seferinden, 10 Eylül 1517’de Kahire’den hareket ederek, 25 Temmuz 1518’de İstanbul’a döndü. İstanbul dönüşü Şam’a uğrayıp, kabrini yaptırdığı büyük İslam alimi, Muhyiddin-i Arabi hazretlerinin türbe ve camiini merasimle açtı. Muhyiddin-i Arabi’nin türbedarı, ferasetle, Sultan Selim Hanın çok yaşamayacağını da söyledi.

Sultan Selim Han, Mısır Seferi dönüşü, İstanbul’dan Edirne’ye geldi. Avrupa devletlerinden Macaristan ve Venedik, eski sulh antlaşmalarını yenilemek, İspanya da Osmanlı Devletiyle dostane münasebetlerde bulunmak istediler. Sultan Selim Han, Osmanlı Devleti, bütün İslam alemi için büyük tehlike arz eden Safevili Şah İsmail’in faaliyetlerinin önüne geçmek için, Avrupa devletleriyle antlaşmaları yeniledi.

Safevili Şah İsmail’in kumandasındaki İran ordusu, Osmanlılar ile meydan muharebesi yapmak cesareti gösteremiyordu. Böyle olmasına rağmen Safevili propagandacılar, Osmanlı ülkesinde faaliyet göstererek, asi taraftarlar bulup, bunları isyana hazırladılar. Bunlardan Bozoklu Şeyh Celal, Kalender kıyafetinde Turhal’a gidip bir mağarada riyakarca münzevi hayat yaşadı. Çevresinde propaganda yapıp, cahil kimseleri etrafında topladı. Yakında Mehdi yahut Mesih geleceğini söyleyip, kendini Mehdi ilan etti. Mehdiliği ilanıyla beraber, etrafında toplanan 20.000 süvari ve piyadeden meydana gelen silahlı kuvvet kurdu. “Şah Veli” unvanı alıp, saltanatını ilan ederek, çevrede istila hareketine başladı. Bozoklu Celal, Turhal’dan Ankara’ya yürüdü. Sultan Selim Han, isyanın üzerinde hassasiyetle durup, müdahale ettirdi. Rumeli Beylerbeyi Ferhad Paşa ve Maraş Valisi Şehsuvar oğlu Ali Bey isyanı bastırmakla vazifelendirildi. Şehsuvaroğlu, acilen asiler üzerine kuvvet sevk etti. Asi Celal, üzerine kuvvet sevk edilmesi üzerine, Şah İsmail tarafına kaçarken, Erzincan Akşehiri’nde yakalanıp, taraftarları ile birlikte öldürüldü. Bundan sonra, Rafizi isyanlarına “Celali Vakası” denildi.

On altıncı yüzyılda Osmanlı kara ordusu, dünyanın en büyük ordusuydu. Sultan Selim Han, kara askerine verdiği önemi donanmaya da verdi. İstanbul’da ilk tersanenin yapımını 1515 yılında başlatıp, 1516’da bitirdi. Gelibolu’daki büyük tersane, Sultan Selim Han devrinde önemini korudu. Mısır’dayken, Memluklar zamanında Kızıldeniz’de donanma kumandanı olan Selman Reis, huzura gelince, Osmanlı hizmetine alındı. Cezayir hakimi Barbaros Hayrettin Paşa da, Sultan Selim Hana elçi gönderip, yardım istedi. Barbaros’un Osmanlı hizmetine girmesiyle, Akdeniz Türk Gölü olma yoluna girdi. Donanma faaliyetini tamamlayan Yavuz, devrin büyük alimi Kemal Paşazade’ye niyetinin feth-i Efrenciye, yani Avrupa olduğunu bildirmişti. Ancak, yüce Hakan’ın yine Eyüp Sultan Türbesini ziyaretle başladığı bu seferine, yakalandığı amansız şirpençe hastalığı mani oldu.

Çorlu’da başhekim nezaretinde tedavi gördü. İki ay hasta yatıp, 22 Eylül 1520 tarihinde Cuma akşamı Osmanlı karargahının bulunduğu Çorlu’nun Sırt Köyünde vefat etti. Vefat etmeden bir müddet önce yanında bulunan Hasan Can; “Sultanım, Allah’ı hatırlamak zamanıdır” deyince, Yavuz Sultan Selim Han:

“Lala, Lala bunca zamandan beri bizi kiminle biliyordun? Cenab-ı Hakk’a teveccühümüzde bir kusur mu gördün?” buyurmuş ve Yasin-i şerif okumasını istemişti.

Kendisi de onunla birlikte okurken, ruhunu teslim etmiştir.

Cenazesi, İstanbul’a getirilip inşaatını başlattığı Sultan Selim Camii yanına defnedildi. Yerine Osmanlı Sultanı olan oğlu Sultan Süleyman Han tarafından cami tamamlanıp, kabri üstüne türbe de yapıldı.

Sultan Selim Hanın sandukasının üstünde, büyük alim Ahmed ibni Kemal Paşa'nın kaftanı örtülüdür. Örtünün konması meşhur rivayette şöyle anlatılır: Sultan Selim Han, Mısır Seferini tamamlayıp, Kahire’den Şam’a dönerken, yolda, o sırada Anadolu Kazaskerliği vazifesini yapan Ahmed ibni Kemal Paşazade'yi yanına çağırdı. Sohbet ederek giderlerken, İbn-i Kemal’in atı birdenbire bir su çukuruna bastığı için Sultan Selim Hanın üstü başı ıslanıp, kaftanı çamur oldu. İbn-i Kemal Paşa telaşa düşünce, azametiyle meşhur olan Sultan Selim Han; “Bir alimin atının ayağından sıçrayan çamur, benim için şereftir. Öldüğüm zaman bu kaftanı böylece sandukanın üstüne koysunlar!” deyip, sırtından kaftanı çıkarıp, saklattı.

Doğu Anadolu, Kuzey Irak, Lübnan, Suriye, Filistin, Mısır ve Hicaz’ın fethiyle Osmanlı Hanedanına Halifelik makamını ve mübarek emanetleri kazandıran Sultan Selim Han, sekiz buçuk yılda, devleti iki kat büyüttü.

Sultan Selim Han, devrin meşhur alimlerinden, Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi ile ilmi sohbet edip, ona hürmet gösterirdi. Sofiyye-i aliyyenin büyük alimi Muhyiddin-i Arabi’nin Şam’daki kabr-i şerifini tespit ettirip yanına cami, türbe, imaret yaptırdı. Seferlerinde evliyanın büyüklerinden Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin türbesini ziyaret ederdi. Ehl-i sünnete çok hizmet edip, İslam alemi için büyük tehlike olan Safevili Şah İsmail’in ideolojisinin yayılmasını önleyerek İran’da mahsur bıraktı. Çok heybetli olup, azametinden çevresindekiler titrediği halde, alimlere, halkına karşı tevazu sahibiydi. Devamlı; “Padişah-ı alem olmak bir kuru kavga imiş. Bir veliye bende olmak cümleden ala imiş” buyururdu. Çok mütevazı olup, sade giyinirdi. Muhteşem Osmanlı Devletinin ve İslam aleminin lideri olmasına rağmen, Peygamber efendimizin ahlakı ile ahlaklandığından, debdebe ve şaşaadan uzak hayat sürerdi. Bir defasında oğlu Şehzade Süleyman, çok süslü bir elbiseyle huzuruna girince; “Süleyman, annen ne giysin!” diyerek sitem etmişti. Arapça ve Farsça'yı çok iyi bilip, edebiyat, tarih ve coğrafyaya da meraklıydı. Farsça ve Türkçe şiirleri olup, Farsça Divan’ı Almanya’da yayınlanmıştır.

SELAM OLSUN OĞUZ KAYI BOYUNA SELAM OLSUN AVLAMIŞ KÖYÜNÜN TAŞINA TOPRAĞINA KURDUNA KUŞUNA  
 

Şeyh EDEBALİ'den Osman Gazi'ye Nasihat ..... “

Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.. Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz. Oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır. İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir... Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler. En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!.. Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!.. Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...

 
Facebook beğen  
 
 
 
 

 

İstiklâl Marşı Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır parlayacak! O benimdir, o benim milletimindir ancak! Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal. Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım; Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar. Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar, 'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın, Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı. Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ. Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli: Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli! Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli- Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım. Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım; Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım! Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl; Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet, Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!


 
Bugün 36495 ziyaretçikişi burdaydı!
ESYÖRÜK Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol