ESKİŞEHİR YÖRÜKLER DERNEĞİ 2014 ESYÖRÜK
 
eskisehiryoruklerdernegi
EY ERTUĞRULUN EVLADI..! KAYA GİBİ SERT KAYI GİBİ MERT OLASIN...!!  
  ESKİŞEHİR YÖRÜKLER DERNEĞİ-
  AVLAMIŞ KÖYÜ YÖRÜKLERİ
  OSMANLI
  OSMANLI PADİŞAHLARI
  => Osman Gazi
  => Orhan Gazi
  => I.Murat Hüdavendigar
  => Yıldırım Bayezid
  => Mehmet Çelebi
  => MuratHan II
  => Bayezid (Beyazıt) Han II
  => Kanuni Sultan Süleyman
  => Yavuz Sultan Selim (Selim Han I)
  => Selim Han II (Sarı Selim)
  => Sultan Üçüncü Murat Han (Murat Han III)
  => Mehmed (Mehmet) Han III
  => Ahmet Han I
  => Mustafa Han I
  => Osman Han II (Genç Osman)
  => Murad (Murat) Han IV
  => Sultan İbrahim
  => Mehmed Han IV (Avcı) ve Köprülüler Devri
  => Süleyman Han II
  => Ahmed Han II (Sultan 2. Ahmet)
  => Mustafa Han II
  => Ahmet Han III
  => Mahmut Han I
  => Osman Han III
  => Mustafa Han III
  => Abdülhamit Han I
  => Selim Han III
  => Mustafa Han IV
  => Mahmut Han II
  => Ziyaretçilerimiz
  HABER YÖRÜK ESKİŞEHİR
  İLETİŞİM
  BÜYÜK TÜRK TARİHİ
  ŞİİR KÖŞESİ
  MAKALE VE YAZILAR
  TÜRKMENELİ KERKÜK
  VASİYETLER
  KAN BANKASI
  TÜRK TÜRKÜ SÖYLER
  NEVRUZ
  ARAMIZDAN AYRILANLAR
  ETKİNLİKLERİMİZ
  ÇANAKKALE SAVAŞI
  SEBETAYCILAR
  DİNİ BİLGİLER
  DÜŞÜNDÜREN SÖZLER
  EĞLENCELİK FIKRALAR
  BASINDA YÖRÜKLER
  YÖRÜKLER HAKKINDA
Ahmet Han III

Ahmet Han III Hazırlayan: Oğuzhan Tan

 

Osmanlı padişahlarının yirmi üçüncüsü, İslam halifelerinin seksen sekizincisi. Sultan dördüncü Mehmed Hanın oğlu olup, 31 Aralık 1673’te Rabia Gülnuş Emetullah Sultandan doğdu. Şehzadeliğini önce Topkapı, daha sonra da Edirne saraylarında geçiren Ahmet Han, iyi bir tahsil gördü. İlk dersini Sultani Mehmet Efendiden aldı. Seyyid Feyzullah Efendiden uzun yıllar ders gördü. Devrin büyük hat üstadı hattat Osman’dan yazı meşk etti. Ağabeyi Sultan İkinci Mustafa Han’ın çıkan cebeci isyanında tahttan indirilmesi üzerine 22 Ağustos 1703’te Osmanlı padişahı oldu.

Biat merasiminden sonra, İstanbul’a gelen Sultan Üçüncü Ahmet, Edirne vakasında isyanı çıkaran elebaşıları büyük bir ustalıkla birbirine düşürerek ortadan kaldırdı. Baltacı Mehmed Paşa'yı sadarete getirdi. Devletin iç işlerini düzeltmek için çalışmalar yaptı. Karlofça Antlaşması yeni imzalandığı için, devlet barış içinde idi. Ancak bu sırada İsveç kralı on ikinci Şarl, Poltova’da Ruslarla yaptığı bir savaşı kaybederek, Osmanlı Devletine sığındı. Kralı takip eden Rus ordusu Osmanlı topraklarına girdi ve tahribatta bulundu. Bu durum üzerine Osmanlı Devleti, Rusya’ya harp ilan etti. Nitekim Sadrazam Baltacı Mehmed Paşanın kumandası altındaki Osmanlı ordusu 9 Nisan 1711’de Rusya seferine çıktı.

Baltacı Mehmet Paşa, Rus Çarını Prut üzerinde Palcı mevkiinde kıstırarak, etrafını çevirdi. Esas niyeti Rus ordusunu umumi bir taarruzla yok etmekti. Fakat yeniçerilerin isteksizliği yüzünden ciddi bir taarruz yapamadı. Rus çarı, sadrazama bir heyet göndererek, her şartı kabul edeceklerini bildirdi. İki taraf arasında antlaşma yapıldı. Rusya, Antlaşmaya göre, Lehistan ve Ukrayna işlerine karışmayacak, elinde tuttuğu Azak kalesini de Türklere bırakacaktı. Baltacı Mehmet Paşa'nın Rus ordusunu çevirmişken imha edememesi ve antlaşma şartlarının tatmin edici olmaması devlet adamlarını sadrazamın aleyhine çevirdi. Bunun üzerine Padişah Edirne’ye dönen Baltacı Mehmed Paşayı, görevden alarak, yerine Damad Ali Paşayı getirdi.

Diğer taraftan Ruslar Antlaşmanın şartlarına uymak istemediler. Buna çok kızan Sultan Üçüncü Ahmet Han, yeni sadrazam Damad Ali Paşa kumandasında bir orduyu Rusya üzerine gönderdi. Kendisi de Edirne’ye kadar ordunun başında gitti. Bu durum karşısında Ruslar antlaşma şartlarına uymak mecburiyetinde kaldılar.

Venediklilerin 1714’te Karadağlıları isyana teşvik etmesi üzerine Sultan Üçüncü Ahmet Han, Mora üzerine bir sefer açtı. Ali Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu, Karlofça antlaşmasıyla Venediklilere verilen bütün kaleleri geri aldı. Ancak, Alman İmparatorluğu, Karlofça Antlaşmasına kefil olduklarını, yani Venedik’ten alınan yerler iade edilmedikçe barışı tanımayacağını bildirdi. Bunun üzerine Osmanlı Devleti Alman-Avustarya İmparatorluğuna harp ilan etti. İki ordu arasında Petervaradin’de yapılan savaşta Damad Ali Paşa şehid düşünce, ordunun maneviyatı bozuldu ve bozgun başladı. Bu durumdan faydalanan Avusturya ordusu kumandanı önce Tameşvar’ı daha sonra da Belgrad’ı zaptetti. Petervaradin mağlubiyeti üzerine Avusturya ile 1718’de Pasarofça Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre Belgrad ve Semendire Avusturya’da kalmak üzere Sava Nehri sınır kabul edildi.

Pasarofça Antlaşmasından sonra Damat İbrahim Paşanın sadarete getirilmesi ile Osmanlı Devletinde 1730 yılına kadar süren yeni bir devir başladı. “Lale Devri” adı verilen bu dönemde, Sultan Ahmet Han ülke içinde huzuru sağlamak, orduyu kuvvetlendirmek, devleti maddi ve manevi en yüksek seviyeye çıkarmak için çalıştı. İstanbul’da ilk matbaa kuruldu. Yalova’da kağıt, İstanbul’da Tekfur Sarayında bir çini fabrikası açıldı. İstanbul’a davet edilen ve uzun seneler İstanbul’da kalarak orada vefat eden Comte de Bonneval (Humbaracı Ahmet Paşa), humbaracı ocağını ıslah etti. İstanbul’un su ihtiyacını temin için bir de bend yaptırıp derya-yı sim adını verdi (Bkz. Lale Devri).

Osmanlı Devletinde sulh ve huzur devam ederken, İran-Safevi Devleti son günlerini yaşıyordu. İran’a bağlı olan Dağıstan 1722’de Türk himayesine girmek istedi ve bu isteği kabul edildi. Kafkasya’yı tehdit eden Rusya’ya mani olmak isteyen Sultan Ahmet Han, hudut valilerine ferman göndererek hazırlıklı olmalarını istedi. Bu sırada İran cephesindeki ordu, 1723 yılında harekete geçerek Gürcistan, Güney Azerbaycan, Luristan, Erdelan, Kirmanşah ve Hemedan’ı ele geçirdi. 1725’de Osmanlı askeri Tebriz’e girdi. Gence, Revan ve Nahcivan alındı. 1727’de İran Şahı imzalanan bir antlaşma ile Osmanlı Devletinin bütün fetihlerini tanıdı.

1730 senesinde Nadir Şah İran hakimiyetini ele geçirerek, İran birliğini tekrar kurdu. Osmanlı Devletinin elinde bulunan önemli bazı eyaletleri geri aldı. Bu durum Damat İbrahim Paşanın düşmanlarını harekete geçirdi. Bazı devlet adamları, Padişah ve Damat İbrahim Paşanın İran üzerine sefere çıkmak üzere Üsküdar’a geçtikleri sırada yeniçerileri ayaklandırarak büyük bir isyan başlattılar. Asiler, Padişahtan ileri gelen devlet adamlarının bazısının idamını istediler. Listenin başında Damat İbrahim Paşa da vardı. Sultan Üçüncü Ahmet Han, en sonunda sadrazam İbrahim Paşa’nın idamına razı oldu. Zorbaların isteklerinin sonu gelmeyeceğini, kendisinin de tahttan ayrılmasını isteyeceklerini bildiği için, 2 Ekim 1730’da tahttan çekilerek, kendi eliyle yeğeni Şehzade Mahmud’u Osmanlı tahtına geçirdi. Kendisi köşesine çekildi.

Yirmi yedi sene hükümdarlık yapan Sultan Ahmet Han, saltanattan çekildikten sonra, ilim ve ibadetle meşgul oldu. Altmış üç yaşında iken 1 Temmuz 1736’da vefat etti. Yeni Cami'de, Turhan Valide Sultan Türbesine defnedildi.

Sultan Üçüncü Ahmet Han, ülkenin imarı için çok çalıştı. Aynı zamanda ilme ve ilim adamlarına çok değer verir ve onları korurdu. Sarayda dağınık yerlerde bulunan kıymetli kitapları bir araya toplayarak beyaz mermer havuzlu bahçede bir kütüphane inşa ettirdi. Annesi için Üsküdar’da Yeni Valide Sultan Camii ve bunun yanında bir sebil, çeşme, sıbyan mektebiyle bir imaret yaptırdı. Galata Kulesini tamir ettirdi. Topkapı Sarayının Bab-ı hümayun kapısı önünde yaptırdığı çeşme, Osmanlı mimarisinin şahane bir eseridir. Kağıthane, Çağlayan Kasrı önünde, Hasköy’de, Aynalı Kavak Kasrı civarında, Üsküdar’da, Üsküdar İskele Camii meydanında klasik tarzda dört cepheli olmak üzere pek çok çeşme inşa ettirdi. 1715’de Galatasaray haricinde bir cami, 1716’da Bebek Camii ile etrafındaki külliyeyi yaptırdı.

Derin bir sanat zevkine sahip olup, şair ve hattattı. Kur’an-ı kerimler yazdı. Yaptırdığı Sultan Ahmet Çeşmesi'ne kendi şiirini bizzat yazdı. Ayrıca Ayasofya Camii'ne asılmış güzel levhaları vardır.

 

 

SELAM OLSUN OĞUZ KAYI BOYUNA SELAM OLSUN AVLAMIŞ KÖYÜNÜN TAŞINA TOPRAĞINA KURDUNA KUŞUNA  
 

Şeyh EDEBALİ'den Osman Gazi'ye Nasihat ..... “

Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.. Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz. Oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır. İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir... Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler. En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!.. Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!.. Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...

 
Facebook beğen  
 
 
 
 

 

İstiklâl Marşı Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır parlayacak! O benimdir, o benim milletimindir ancak! Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal. Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım; Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar. Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar, 'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın, Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı. Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ. Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli: Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli! Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli- Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım. Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım; Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım! Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl; Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet, Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!


 
Bugün 36515 ziyaretçikişi burdaydı!
ESYÖRÜK Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol