ESKİŞEHİR YÖRÜKLER DERNEĞİ 2014 ESYÖRÜK
 
eskisehiryoruklerdernegi
EY ERTUĞRULUN EVLADI..! KAYA GİBİ SERT KAYI GİBİ MERT OLASIN...!!  
  ESKİŞEHİR YÖRÜKLER DERNEĞİ-
  AVLAMIŞ KÖYÜ YÖRÜKLERİ
  OSMANLI
  OSMANLI PADİŞAHLARI
  HABER YÖRÜK ESKİŞEHİR
  İLETİŞİM
  BÜYÜK TÜRK TARİHİ
  => Göktürkler
  => Uygurlar
  => Karahanlılar
  => Türkler'de Islamiyet
  => Cengiz Han
  => Büyük Selçuklu
  => Oğuzların Boy Teşkilatı
  ŞİİR KÖŞESİ
  MAKALE VE YAZILAR
  TÜRKMENELİ KERKÜK
  VASİYETLER
  KAN BANKASI
  TÜRK TÜRKÜ SÖYLER
  NEVRUZ
  ARAMIZDAN AYRILANLAR
  ETKİNLİKLERİMİZ
  ÇANAKKALE SAVAŞI
  SEBETAYCILAR
  DİNİ BİLGİLER
  DÜŞÜNDÜREN SÖZLER
  EĞLENCELİK FIKRALAR
  BASINDA YÖRÜKLER
  YÖRÜKLER HAKKINDA
BÜYÜK TÜRK TARİHİ

Türkler'in ilk kurdukları imparatorluk Hun İmparatorluğu'dur

Türkler' in ilk kurdukları imparatorluk Hun İmparatorluğu' dur. Türkler' in daha eskiden de devletler kurduklarını biliyoruz ama Hun Devleti çok geniş bir saha üzerinde başka milletleri de idaresi altına alan büyük bir devlet olduğu için, ona imparatorluk adını veriyoruz. Hun İmparatorluğu Hun Türkleri tarafından M.Ö 220 yılında kuruldu. Hunlar bugünkü Moğolistan bölgesinde kuruldu. Hunlar bugünkü Moğalistan bölgesinde, yani Çin' in kuzey-batısında yaşıyorlardı. Bu bölgede hakimiyet kurdukları ve genişlemeye başladıkları için Çinliler onları büyük bir tehlike sayıyorlardı. Gerçekten Hunlar, askerlikteki üstünlükleri sayesinde Çin ordularını devamlı bozguna uğratıyorlardı.

Bu yüzden Çin Devleti, Hun saldırılarını önleyebilmek için Hun-Çin sınırı boyunca büyük bir duvar örmeye başladı. Çin Seddi veya Büyük Çin Duvarı denen savunma hattı işte böyle ortaya çıkmıştır. (M.Ö.214). Sonraları Ming Hanedanı zamanında yenilenen bu büyük duvarın bazı kısımları çok sağlam bir şekilde günümüze kadar ayakta kalmıştır. İlk büyük Hun hükümdarı Teoman Yabgu' dur (M.Ö. 220). O zamanlarda Türk hükümdarlarına "Yabgu" deniyordu. Teoman Yabgu birbirinden ayrı yaşayan Türk boylarını birleştirerek ilk Türk birliğini gerçekleştirmişti. Bu çağda Türkler' in askeri üstünlüklerinde süvarilerin pek önemli bir yeri vardı. Çinliler atla çekilen savaş arabaları kullanıyorlardı ama süvari orduları yoktu.

Türk atlıları çok sür'atli hareket kaabiliyetine sahip oldukları için Çin birliklerini istedikleri yerde çeviriyorlar, düşman olunca da çabucak çekiliyorlardı. Onlara ummadıkları anda birdenbire hücum ediyorlardı. Çinliler bu yüzden ordularını Hunlar gibi donatmak zorunda kaldılar; askerlerini Hunlar gibi giydirdiler. Ama ne çin Duvarı, ne Çin orduları, Hunlar' ın Çin içlerine kadar girmelerini engelleyebildi. Teoman Yabgu' dan sonra Hun tahtına oğlu Mete Yabgu geçti. Mete zamanında Hun İmparatorluğu' nun toprakları Japon Denizi' nden Hazar Denizi' ne kadar uzanıyordu. Bu topraklarda çeşitli Türk kavimlerinin yanısıra öbür Altaylı kavimler de yaşıyorlardı. Mete devri, Hun İmparatorluğu' nun en parlak devridir. (M.Ö.209-174)

Hunlar zamanında Çinliler medeniyet bakımından çok ileri bir durumdaydılar. Hem nüfusları ve orduları çok kalabalık, hem medeniyetleri parlak olduğu halde Hunlar' la başbaşa çıkamadılar. Bu da gösteriyor ki, Hun başarısının sebebi yalnızca askeri güç değildi. Gerçekten Hunlar teşkilatçılık ve idare bakımından çok gelişmişlerdi. O sırada Çin' in ayrı ayrı prenslikler halinde bulunmasından da faydalanarak, Kuzey Çin' de sık sık iktidari ele alıyorlardı. Fakat Çinliler' in şehir hayatına kapılan sınır boyu Türkleri yavaş yavaş Çinlileşiyor.

Çinli prenseslerle evlenen Hun hükümdarlarının saraylarında Çin adet ve gelenekleri yerleşiyordu. Mete' den sonra gelen Yabgular zamanında Çinliler' le ilşkiler arttı. Özellikle evlenme yoluyla Türk ve Çin hükümdar aileleri arasında yakınlıklar doğdu. Bu yakınlıklar ise Hunlar' ın iç işleri bakımından birçok karışıklıklara yol açtı. Yine de Hun İmparatorluğu Milattan Önce Birinci Yüzyılda ise Türk beyleri arasında taht kavgaları bildiğine arttı. Çinliler de bu kavgalardan faydalanarak, Türkler' i zayıflatmayı bildiler. Ancak Çinliler' in Hohanşu dedikleri Yabgu devrinde devlet eski gücünü biraz olsun toparlayabildi.

Milattan onraki ilk yüzyılda Hun İmparatorluğu Doğu ve Batı Hunları olmak üzere iki ayrı devlete bölündüler. Bunlara Güney ve Kuzey Hunları da denir. Milattan sonra üçüncü yüzyılın başlarında (220) başka bir Türk kavmi olan Siyenpi' ler Hunlar' la iktidar mücadelesine giriştiler. Sonunda Moğollar' ın ve bazı Türk boylarının da yardımıyla Hunlar' ın Hunlar' ın hakimiyetine son verdiler. Büyük Hun İmparatorluğu tarihte bilinen eski imparatorlukların en büyüğü idi. Hun hükümdarlarından Mete, Hohanşu ve Çiçi Yabgular, dahi denecek kadar büyük birer kumandan ve devlet adamı idiler. Bu büyük şahsiyetler hakkında Çin tarihlerinde verilen bilgiler, en büyük düşmanlarının bile onlara hayran kaldıklarını gösterir.

Batı Hun Devleti

Siyenpiler ile yaptıkları savaşları (220) kaybettikten ve Asya' daki Büyük Hun İmparatorluğu dağıldıktan sonra Hunlar' ın bir kısmı Dinyeper Nehri ile Aral Gölü doğusu arasındaki bölgeye yerleştiler ve Dördüncü Yüzyıl' ın ortalarına kadar orada yaşadılar. Bu tarihten itibaren Batı' ya akın etmeye başladılar. Hunlar' ın yurtlarını niçin bırakıp göçettikleri iyice bilinmiyor, herhalde geçim şartlarının bozulması onları bu işe zorladı. Hakanları Balamır' ın idaresinde Volga' dan Batı' ya doğru ilermeye başladılar. O tarihlerde Kuzey Karadeniz' den Macaristan' a kadar olan yerlerde Cermen asıllı kavimler oturuyorlardı. Hunlar önce bunlardan Doğu Gotları' na hücum edip dağıttılar. (374), arkasından Batı Gotları' nı mağlup ederek dağıttılar. (374) arkasından Batı Gotları' nı mağlub ederek onların ülkesine girdiler (375).

Doğu' dan Batı' ya doğru uzanan Hun akınının yerinden-yurdundan ettiği biçok kavimler böylece Batı' ya itilerek Roma İmparatorluğu topraklarını altüst ettiler. Kuzey Karadeniz' den İspanya' ya kadar her taraf allak-bullak oldu. Avrupa' nın etnik manzarasını değiştiren bu büyük hadiseye tarihte "Kavimler Göçü" denir. Dördüncü Yüzyıl' ın sonunda Hunlar Batı' da Tuna' yı geçerek Balkanlar' a indiler, Doğu' da da Kafkaslar' dan Anadolu' ya girdiler. Bu ikinci akıncı kolu Güney Anadolu' dan Suriye' nin Akdeniz kıyılarına ve Kudüs' e kadar yıldırım hızıyla ilerledi.

Sonbaharda aynı yoldan Azerbaycan' a döndü. Roma İmparatorluğu bu akından o kadar şaşırmıştı ki, her tarafta Hunlar hakkında akıl-almaz hikayeler anlatılıyordu. Batı' da ise balamı' ın oğlu Ildız' ın komutasindaki Hun süvari birlikleri Bizans İmparatorluğu' nu barışa zorladı, Batı Roma İmparatorluğu ise kendi ülkesini talan eden barbar kavimler (gotlar, Vandallar, Burgondlar, Saksonlar ilh.) karşısında Hunlar' la anlaşma yoluna gitti.

Ildız' dan sonra Hun tahtına geçen Karaton ve Rua zamanlarında Hunlar Bizans' ı yıllık vergiye bağladılar, Batı Romayı da barbar kavimlerin ve Bizans' ı istila tehditlerine karşı korudular. Hun gücü bir masal gibi bütün Avrupa' yı adeta büyülemiş ve korkutmuştu. Bu korkunun izlerini Batı milletlerinin hafızalarında hala bulabiliyoruz. Hun İmparatorluğu Rua' nın 434' de ölmesi üzerine devletin başına Atilla geçti. Atilla, Rua' nın kardeşlerinden Muncuk' un oğlu idi. Amcaları Aybars ve Oktar İmparatorluğun sağ ve sol kanat hanları idi. Atilla kardeşi Bleda ile birlikte hükümdar oldu, ama asıl idare ve kudret Atilla' nın elindeydi. Atilla' nın hükümdarlık devri Hun İmparatorluğu' nun altın çağıdır. O tarihte Hunlar Volga Nehri' nin doğusundan bugünkü Fransa' ya kadar olan bölgeye hakim olmuşlardı. İdareleri altında çeşitli Türk boyları da dahil olmak üzere tam kırk beş kavim yaşıyordu ki, bunların çoğu şimdiki Avrupa milletlerinin dedeleridir.

Bütün dünyada Atilla' nın karşısına çıkacak hiçbir kuvvet yoktu. Hun hakimiyeti Manş Denizi' ne kadar ulaşmıştı. Bizans kendisini devamlı baskı altında tutup vergiye bağlayan bu kuvvetten kurtulmak için Hunlar arasına nifak sokma yolunu denedi. Çeşitli sebeplerden Atilla idaresiyle uzlaşmayan Hun beylerini Bizans' a davet ediyor, onları yüksek makamlara geçiriyor, Atilla' ya karşı kendilerine yardım vadediyordu. Atilla nihayet Bizans' ı ortadan kaldırmak üzere harekete geçip ordularıyla Trakya' ya girdiği sırada meşhur Roma kumandanı ve konsulü Aetiüs araya girdi ve kendi oğlunu Atilla' ya rehin vererek Bizans' ın barışı koruyacağına kefil oldu. Bu seferden yedi yıl sonra Bizans artık Hunlar' a bağlı bir devlet haline gelmişti: Her yıl ödedikleri yıllık vergiyi üç katına çıkaracak ve bir defaya mahsus olmak üzere altı bin libre altın ödeyeceklerdi.

Atilla 451 yılında Batı Roma İmparatorluğu topraklarının bşr kısmı üzerinde hak iddia ederek (Roma prensesi ile nişanlıydı), harekete geçti. Romalılar o zaman Hunlar' ın kovaladığı diğer Barbar kavimlerden de topladıkları kuvvetlerle iki yüz bin kişilik bir ordu kurup Paris yakınlarında Atilla' nın karşısına durdular. Atilla' nın ordusunda da Hunlar' ın yanısıra başka kavimlerden yüzbine yakın asker vardı. Orleans yakınında bütün bir gün yapılan bir savaşta her iki taraf on binlerce kayıp verdiği halde kimin yendiği belli olmadı, ama gece olunca Romalılar ve müttefikleri savaş alanından çekildiler.

Atilla onları o sırada takip etmedi, geri dönüp ordusuna çekidüzen verdikten sonra Roma'ya doğru yürüdü. Po Ovası' na geldi. Roma' da halk korku ve panik içindeydi. Senato, ne pahasına olursa olsun barış yapılmasından yanaydı. Barış teklifini yapacak hey' etin başında papa vardı: Papa, hıristiyan dünyasını kurtarmak üzere bizzat Atilla' nın huzuruna çıktı ve Roma' nın kendisine boyun eğdiğini bildirdi. Bunun üzerine barış yapıldı. Atilla 452 yılında 60 yaşında iken şüpheli bir şekilde öldü. Yerine sırasıyla oğulları İlek, Dengizik ve irnek, Hun Hakanı oldular. Bu sonuncular önceki Hun hakanları gibi başarılı olamadı. 470 yılında Batı Hun İmparatorluğu artık dağılmıştı

KAYNAK: Tarihte Türkler-Prof.Dr.Erol Güngör

 

SELAM OLSUN OĞUZ KAYI BOYUNA SELAM OLSUN AVLAMIŞ KÖYÜNÜN TAŞINA TOPRAĞINA KURDUNA KUŞUNA  
 

Şeyh EDEBALİ'den Osman Gazi'ye Nasihat ..... “

Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.. Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz. Oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır. İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir... Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler. En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!.. Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!.. Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...

 
Facebook beğen  
 
 
 
 

 

İstiklâl Marşı Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır parlayacak! O benimdir, o benim milletimindir ancak! Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal. Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım; Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar. Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar, 'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın, Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı. Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ. Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli: Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli! Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli- Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım. Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım; Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım! Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl; Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet, Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!


 
Bugün 36278 ziyaretçikişi burdaydı!
ESYÖRÜK Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol