ESKİŞEHİR YÖRÜKLER DERNEĞİ 2014 ESYÖRÜK
 
eskisehiryoruklerdernegi
EY ERTUĞRULUN EVLADI..! KAYA GİBİ SERT KAYI GİBİ MERT OLASIN...!!  
  ESKİŞEHİR YÖRÜKLER DERNEĞİ-
  AVLAMIŞ KÖYÜ YÖRÜKLERİ
  OSMANLI
  OSMANLI PADİŞAHLARI
  => Osman Gazi
  => Orhan Gazi
  => I.Murat Hüdavendigar
  => Yıldırım Bayezid
  => Mehmet Çelebi
  => MuratHan II
  => Bayezid (Beyazıt) Han II
  => Kanuni Sultan Süleyman
  => Yavuz Sultan Selim (Selim Han I)
  => Selim Han II (Sarı Selim)
  => Sultan Üçüncü Murat Han (Murat Han III)
  => Mehmed (Mehmet) Han III
  => Ahmet Han I
  => Mustafa Han I
  => Osman Han II (Genç Osman)
  => Murad (Murat) Han IV
  => Sultan İbrahim
  => Mehmed Han IV (Avcı) ve Köprülüler Devri
  => Süleyman Han II
  => Ahmed Han II (Sultan 2. Ahmet)
  => Mustafa Han II
  => Ahmet Han III
  => Mahmut Han I
  => Osman Han III
  => Mustafa Han III
  => Abdülhamit Han I
  => Selim Han III
  => Mustafa Han IV
  => Mahmut Han II
  => Ziyaretçilerimiz
  HABER YÖRÜK ESKİŞEHİR
  İLETİŞİM
  BÜYÜK TÜRK TARİHİ
  ŞİİR KÖŞESİ
  MAKALE VE YAZILAR
  TÜRKMENELİ KERKÜK
  VASİYETLER
  KAN BANKASI
  TÜRK TÜRKÜ SÖYLER
  NEVRUZ
  ARAMIZDAN AYRILANLAR
  ETKİNLİKLERİMİZ
  ÇANAKKALE SAVAŞI
  SEBETAYCILAR
  DİNİ BİLGİLER
  DÜŞÜNDÜREN SÖZLER
  EĞLENCELİK FIKRALAR
  BASINDA YÖRÜKLER
  YÖRÜKLER HAKKINDA
Selim Han III

Selim Han III Hazırlayan: Oğuzhan Tan

 

Osmanlı sultanlarının yirmi sekizincisi, İslam halifelerinin doksan üçüncüsü. Sultan Üçüncü Mustafa Han'ın oğlu olup, annesi Mihrişah Sultandır. İstanbul’da, 24 Aralık 1761 tarihinde, Topkapı Sarayında doğdu. Şehzade Selim’in doğumunda yedi gün, yedi gece “Şehrayin”, üç gece de Deniz Donanmasında tertiplenen merasimlerle büyük şenlikler yapıldı. Şehzadeliğinde, sarayda mükemmel bir eğitim, öğretim gösterilip, terbiye edilerek yetiştirildi. Yüksek din ve fen ilimleri, Arapça ve Farsça öğrendi.

Veliahd Selim, devam etmekte olan Osmanlı-Avusturya-Rus Harbinde, cephelerden gelen acı haberlere dayanamayan amcası Birinci Abdülhamit Hanın vefatıyla, 7 Nisan 1789 tarihinde Osmanlı Sultanı oldu. İçte ve dıştaki meseleleri halletmek için, 16 Mayıs 1789 tarihinde, yüksek devlet memurlarının katıldığı, büyük bir divan toplantısı yaptı.

Divanda devlet meselelerinin halli için herkesin fikirlerini söylemesini istedi. Divandan sonra idari, mali, siyasi ve askeri meselelerin halli için talimat verdi. Avusturya ve Rusya ile harplerin devamına karar verildi. Maliyenin düzelmesi için, sarayda bulunan altın ve gümüş eşyanın büyük bir kısmı paraya çevrilmek üzere, darphaneye gönderildi. Merkez ve eyaletlerdeki halk da, Sultan Selim Hana yardımcı olmak ve saraya uymak için, altın ve gümüşlerini devlete teslim etti. Saray ve halkın yardımlarıyla cepheler takviye edildi. Fransa ve İspanya sefirleri sulh; Prusya, Kırım’ın kurtarılması için antlaşma; İsveç ise Rusya’ya karşı, yardım talebiyle harp teklif ettiler.

Sultan Selim Han, cephelerdeki harbin devamını istedi. İsveç ile, Rusya’ya karşı, 11 Temmuz 1789 tarihinde Beykoz İttifak Antlaşması imzalandı. 1788 yılından beri devam eden Osmanlı-Avusturya harplerinde, Serasker Kemankeş Mustafa Paşa, takviye kuvvetlerle Yaş’tan Rus ordusuna karşı sefere giderken, Foksan’da Avusturya ordusunun ani taarruzuna uğradı. Arnavutların ihanetiyle Osmanlı ordusu, 1 Ağustos 1789 tarihinde Foksan’da bozuldu. Avusturyalılar, Belgrat’a kadar ilerleyip, 8 Ekimde şehir düştü. 31 Ocak 1790’da, Prusya ile Avusturya ve Rusya’ya karşı ittifak anlaşması imzalandı. Prusya’nın arabuluculuğuyla, Avusturya ile devam etmekte olan harbe son verilmesi kararlaştırıldı. Fransız İhtilalinin Avrupa’da sebep olduğu hadiseler üzerine, İngiltere ve Prusya’nın müdahalesiyle, Rusya da antlaşmaya taraftar hale getirildi. Avusturya ile 4 Ağustos 1791 tarihinde Ziştovi Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre; Avusturya 1788-1791 harbinde aldığı yerleri Osmanlı Devletine geri verecekti. Rusya ile 1787’den beri Kafkasya ve Balkanlar’da devam eden harp, 9 Aralık 1792 tarihli Yaş Antlaşmasıyla neticelendi. Osmanlı Devleti, Rusya ile Avrupa’da Dinyester Turla Nehri, Kafkasya’da Kuban Nehri hudut kesildi. Osmanlı Devleti, Ziştovi ve Yaş Antlaşmalarıyla, en az kayıpla harbe son verip, büyük mali külfetlerden kurtulmuştur. Avusturya-Rus harplerinin antlaşmalarla halli sonrasında; Avrupa devletlerinin 1789 Fransız İhtilali’nin etkisiyle, ülkelerinde meydana gelen hadiselerle uğraşması, Osmanlı Devletini geçici bir sulh devrine soktu.

Sultan Selim Han, devletin dışta sulh devrine girmesiyle; veliahtlığından beri düşündüğü ıslahatların icraatına geçti. Osmanlı Devleti için lüzumlu askeri, idari, iktisadi, ticari ve sosyal ıslahatları Nizam-ı Cedid adıyla tatbikat safhasına koydu (Bkz. Nizam-ı Cedid). Son sefer ve harplerdeki mağlubiyet ve kesin netice alınamaması, askeriyenin ıslahını daha fazla gerektiriyordu. Sultan Selim Han, devlet adamlarından aldığı layihalarla, 24 Şubat 1793 tarihinde, modern tarzda, yeni bir orduyu Nizam-ı Cedid adıyla kurdu.

Nizam-ı Cedid ordusunun masraflarının karşılanabilmesi için İrad-ı Cedid Defterdarlığı kurulup, eski sadaret kethüdalarından Mustafa Reşid Efendi de bu işle vazifelendirildi. Levent çiftliğinde kışla kurulup, yeni ordu hemen talime başlatıldı. Nizam-ı Cedid ordusuna getirilen yenilik ve talimler, Yeniçerilere de tatbik edilmek istendi. Ancak Yeniçeriler, yenilik ve talimleri kabullenmeyerek, birkaç ay sonra eğitimi terk ettiler. Ordunun teknik sınıfları takviye edilerek; humbaracı, lağımcı, topçu ocakları için yeni kanunlar yapıldı. 1794’te, Teknik Üniversite mahiyetinde, Sütlüce’de, Mühendishane-i Berri-i Hümayun kuruldu. Okulun öğretim üyesi, kitap, ders alet ve edevatı, yurtiçi ve dışından bütünüyle karşılandı. Nizam-ı Cedid ordusu yetiştirilmek üzere Ankara, Kayseri ve Konya’da teşkilat kurulup, askerin mevcudu artırılmaya çalışıldı.

Mülki ıslahat da yapılıp, Anadolu ve Rumeli toprakları, yirmi sekiz eyalete ayrıldı. Ayanların eskiden olduğu gibi halk tarafından seçilmesi, kanun haline getirildi. Resmi dairelere talimat gönderilerek, yazışmalara, kullanılan dile, tabirlere dikkat edilmesi ve halkın işlerinin süratle takibi ve yerine getirilmesi istendi. İlmiye ricali (ileri gelen devlet adamları) için, yeni nizamname yayınlandı. İlmi eserler yazılıp, pek çok kitap tercüme edilerek, yayınlandı. Ticari ve iktisadi sahada yenilik yapılıp, Zahire Nazırlığı kuruldu. Tecdid-i Kanun-i Tımar ve Zeamet kanunuyla, harbe katılmayan tımar ve zeamet sahiplerinden, topraklarının geri alınması esası getirildi.

Gayrimüslim esnaf ve tüccardan bazıları, vergi ve yurt dışına para kaçırıyor ve Osmanlı ülkesinde oturduğu halde, yabancı devlet tebaasına giriyorlardı. Bu durum ve paranın dışarıya çıkarılmasına karşı tedbir alındı. Avrupa devletlerine daimi elçilikler kurularak, 1793’te ilk tayinler yapıldı. Avusturya, Fransa, İngiltere ve Prusya merkezlerine gönderilen elçiler; bulundukları memleketlerin yalnız siyaseti ve diğer devletlerle olan münasebetleri hakkında bilgiler toplamakla kalmadılar. Aynı zamanda, oraların kültürleri, her türlü ilerleme ve gelişmeleri hakkında bilgiler toplayıp, rapor halinde İstanbul’a gönderdiler.

Avrupalılar ve Rusya’nın kışkırtmasıyla Balkan kavimleri, İngilizlerin teşvikleriyle Arabistan’da Vehhabi Bedeviler, Ortadoğu’da Dürzi ve Maruniler, Kölemen Beyleri, Rumeli’de kanun kaçaklarından meydana gelen eşkıyanın koruyucusu Kırcalılar da denilen Dağlı Eşkıyası, devlete asi olup, isyan çıkardılar. Bu meselelerin halli için teşebbüs edildiyse de, Fransa’nın Balkanlar, Akdeniz, Kuzey Afrika, Mısır, Filistin ve Suriye’deki faaliyetleri ardından Napolyon Bonapart’ın, 1798’de ani harekatla Mısır’a asker çıkarması sebebiyle, bütünüyle tam bir hal çaresi bulunamadı.

Sultan Selim Hanın hükümdarlığının üçüncü ayında çıkan Fransız İhtilali’yle, Avrupa devletleri, Fransa’ya cephe almasına rağmen, Osmanlı Devleti, meseleye karışmadığı gibi münasebetlerini de dostane devam ettirdi. Nizam-ı Cedid için, Fransa’dan teknik ve yetişmiş eleman getirildi. Fransa’nın müstakbel imparatoru General Napolyon Bonapart, memleketinde görevden alınınca, Sultan Selim Hanın daveti üzerine, Nizam-ı Cedid Ordusunda vazife kabul etmişti. Osmanlı Devleti; ihtilalle değişen yeni Fransız idaresini tanıyan ilk devletlerdendi. Fakat, Fransa’nın 1795 Basel Antlaşmasıyla, Venediklilerden Dalmaçya kıyılarını almasıyla, Balkanlarda başlattığı istiklal (bağımsızlık) fikri propagandası, takip edilen siyasetin değişmesine sebep oldu. Adalet-Eşitlik-Hürriyet fikriyle yapılan Fransız İhtilali, çıkış gayesinden uzaklaşarak, Fransa’nın yayılma siyasetine döndü. Hırvat, Rum ve Sırplar arasında, ihtilal fikirlerini yaydılar; Yahudileri Filistin’de istiklale davet ettiler. Fransa, bununla da kalmayarak, sömürgecilik zihniyetiyle; İngiltere’yi Akdeniz’den çıkarıp, Uzakdoğu’daki İngiliz sömürgelerini ele geçirmek için Hind’e giden yolların en kısası olan Mısır’a sahip olmak idealiyle, Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü bozmaya çalıştı. Napolyon Bonapart, beş yüze yakın gemiye aldığı Fransız ordusuyla Akdeniz’e açılıp, Malta’yı işgal ettikten sonra, 2 Temmuz 1798 tarihinde İskenderiye’den, Mısır’a çıkarma yaptı. Fransa’nın beklenmedik harp ilanı ve Mısır’a çıkarma yapması, İngiltere’nin menfaatlerine ters düştüğünden, Akdeniz’deki İngiliz Amirali Nelson harekete geçti. Amiral Nelson, 1 Ağustos 1798 tarihinde, Fransız Donanmasını Ebukir’de mağlup etti. Fransız donanmasının Ebukir’de imhasıyla, Napolyon’un ve Mısır’daki Fransız ordusunun, anavatanla irtibatı kesildi. Rusya, ihtilalin tesirinden çarlığı korumak için Fransa’ya karşı Osmanlı Devletiyle ittifak kurdu. Karadeniz’den Akdeniz’e geçirilen Rus filosu, Osmanlı donanmasıyla birlikte hareket etti. Arnavut sahillerinin muhafazası ve Venediklilerden Fransa’ya geçen yerlerin alınmasıyla vazifelendirilen Tepedelenli Ali Paşa, Preveze’de Fransızları mağlup etti. Osmanlı-Rus donanması Zenta ve Kefalonya adaları sahilindeki Fransız gemilerini mağlup edip, bir kısmını da zaptetti. Bu muvaffakiyetler üzerine, İngiltere ve Rusya ile antlaşma imzalanarak, ittifaklar resmilik kazandı.

Fransız donanması imha edildiğinden, Napolyon Bonapart ve ordusunun deniz yolu, Akdeniz’de Osmanlı-İngiliz-Rus donanmasınca kapatıldığından, Osmanlı ülkesinde mahsur kalmıştı. Sultan Selim Han, Fransa’ya karşı ordu sevk etmek için tayinlerde bulundu. Sayda Valisi Cezzar Ahmet Paşa, Mısır Seraskerliğine tayin edildi. Tırhala Mutasarrıfı Köse Mustafa Paşa da, deniz yoluyla Mısır’a gönderildi. Napolyon Bonapart, Mısır’dan çıkış yolu bulmak ve Suriye’ye hakim olmak için, Akka’yı kuşattı. Akka Kalesi, Mısır Seraskeri Cezzar Ahmet Paşa kumandasındaki Nizam-ı Cedid askerince, Fransızlara karşı kahramanca müdafaa edildi. Napolyon Bonapart’ın inatla taarruzu, Fransızların çeşitli hile ve vaatleri Akka’da neticesiz kaldı. Cezzar Ahmet Paşa ve Nizam-ı Cedid askerlerinin destani müdafaası karşısında, kuşatmanın altmış dördüncü günü, Napolyon Bonapart; “Akka olmasaydı, Doğu İmparatoru olurdum” diyerek, büyük hayallerle kendisine bağlanan Fransız ordusunu, veba salgını, sefalet ve mağlubiyetle önce Kahire'ye çekip, sonra da yüzüstü bırakarak, 1799 yazında gizlice Fransa’ya kaçtı. Mısır’da kalan Fransızlar, Osmanlılara mukavemet ettilerse de, üst üste mağlubiyete uğradılar. 27 Haziran 1801 tarihinde imzalanan tahliye mukavelesiyle Fransızlar, Mısır’ı boşalttı. 25 Haziran 1802 tarihli Osmanlı-Fransız anlaşması, Fransa ile harp haline son verdi. Mısır Valiliğine, 1805’te Kavalalı Mehmet Ali Paşa tayin edildi. Napolyon Bonapart’ın İstanbul şehri ve Çanakkale ile İstanbul Boğazlarını almak istemesi üzerine 24 Eylül 1805’te Osmanlı-Rus ittifakı yenilendi. Napolyon Bonapart tehlikesine karşı, İngiltere ve diğer Avrupa devletleri, Osmanlılara yardım talebinde bulundular. Fakat, Rusya ile ittifak ve İngiltere ile dostluk uzun sürmedi.

Arabistan Yarımadasındaki Vehhabiler, Avrupalılardan gördükleri yardımlarla, çeşitli batı dillerinde birçok yayınlarda da bulunup, 18 Şubat 1803’te Taif’i muhasara ettiler. Sultan Selim Han, Arabistan’daki hadiselere esaslı tedbirler almayı planladıysa da; İngiltere ve Rusya, Balkanlar meselesinden Babıali’ye baskı yapmak istemeleri, muvaffak olamayınca, Rusya’nın harp ilan dahi etmeden Osmanlı hududunu ihlali sebebiyle gerçekleştiremedi. Sadece, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, sultandan aldığı emirle Vehhabi isyanını bastırıp, Arabistan ve Mısır’da kısmen huzur ve asayişi temin etti.

Sultan Üçüncü Selim Han zamanında, İngiltere’nin Ortadoğu’da; Rusya ve Avusturya’nın Balkanlarda, Osmanlı Devletinin iç işlerine karışıp, müdahaleci bir siyaset takip etmeleri, bu devletlerle harp halinde bulunan Fransa’ya yakınlaşmaya sebep oldu. Osmanlı Devletine tabi Eflak Beyi Konstantin İpsilanti ile Boğdan beyi Aleksandr Moruzzi, Rus yanlısı olduklarından azledilince, İngiltere ve Rusya’nın müdahalesiyle karşılaşıldı. Rusya, harp ilan etmeden, General Michelson komutasındaki altmış bin mevcutlu Rus Ordusuyla, Eflak ve Boğdan’ı işgale başladı. Vezir-i azam İbrahim Hilmi Paşa, sefer için Serdar-ı ekrem tayin edildi.

Rusya’nın Balkanlara girmesiyle, İngiltere’de on altı gemiden meydana gelen bir İngiliz filosunu İstanbul önlerine gönderdi. İstanbul önlerine kadar gelen İngiliz donanması, Fransa ile münasebetlerin kesilmesini, Osmanlı-İngiliz ittifakının yenilenmesini teklif ettiler. Kabul edilmeyince, teklifi daha da ağırlaştırdılar. Eflak ve Boğdan’ın Rusya’ya, Çanakkale Boğazının da İngiltere’ye teslimini teklif ettiler. İngiltere’nin teklifleri, kabullenilmenin ötesinde, akıl ve hayale sığmayacak derecede olduğundan, İngilizler, müzakerelerle oyalanılarak, boğaz sahillerinin iki yakası, askerlerin ve ahalinin gayretleriyle, kısa zamanda tahkim edildi. Boğaz sahillerine birkaç gün içinde bin iki yüzden fazla top yerleştirildi. İngiliz donanması, Osmanlı Devletinin ve ahalinin kuvvetli tepkisini görünce, çekildi. Bunun üzerine İngiltere hükümeti, Akdeniz’deki İngiliz donanmasını Mısır’ın zaptıyla vazifelendirdi.

İngilizler, Osmanlıya asi Kölemenlerle anlaşıp, 20 Mart 1807 tarihinde İskenderiye’ye çıkarma yaparak teslim aldılar. Balkanlarda; İbrahim Hilmi Paşa, Rus Cephesine sefere çıkınca, İstanbul’da türeyen asiler harekete geçti. Sultan Selim Hanın, Osmanlı Devleti lehine icraatlarına karşı, iç ve dış düşmanların aleyhine propagandasıyla muhalefet başladı.

1806 Edirne Vakasına sebep olan, Nizam-ı Cedid aleyhtarlığıyla başlayan muhalefet, asilerden Kabakçı Mustafa’nın liderliğinde büyük hadiselere sebep oldu (Bkz. Kabakçı Mustafa İsyanı). Yeniçeri zorbaları, 25 Mayıs 1807 Kabakçı Vakasından sonra; asıl niyetlerini ortaya koyarak, 29 Mayısta Sultan Üçüncü Selim Hanı hal' edip, tahttan indirdiler. Asiler, Sultan Selim Hanın amcasının oğlu Veliaht Mustafa’yı, Osmanlı tahtına geçirdiler. Sultan Selim Han, on dört ay Topkapı Sarayında nezaret altında yaşadı. Kendisine sadık devlet adamları ve asilerin hükümetteki icraatlarını beğenmeyen taraftarları, tekrar tahta geçirmek için faaliyet gösterdiler. Sultan Selim Han taraftarları, Rusçuk’taki Alemdar Mustafa Paşa etrafında toplanıp, harekete geçtiler. Alemdar Mustafa Paşa, Sultan Selim Hanı tekrar tahta geçirmek için, Rumeli’deki maiyetiyle İstanbul’a geldi. 28 temmuz 1807’de Babıali ve Topkapı Sarayını basıp, Sultan Selim Hanı tahta geçirmek istediyse de muvaffak olamadı. Sultan Selim Han, 28 Temmuz 1808 tarihinde Harem Dairesinde şehit edildi. 29 Temmuzda, kalabalık bir cenaze merasimiyle, Laleli Camii yanında babası Üçüncü Mustafa Hanın türbesine defnedildi.

Sultan Selim Han, yaratılışında halim, selim ve çok zekiydi. Hayırsever olup, pek çok hayır müessesesi ve eserler yaptırdı. Üsküdar’da Selimiye Camiini ve Çiçekçi Camiini yaptı. Eyüp Camiini büyüterek yeniden yaptırdı. Karaca Ahmet’de, Miskinler Tekkesi denilen Dedeler Mescidini yaptırıp, Küçükmustafapaşa’da Gül Camiini kiliseden çevirdi. Üsküdar’da hala kullanılan meşhur Selimiye Kışlasını, Heybeliada’da Deniz Harp Okulu olan Bahriye Mektebini, Halıcıoğlu’nda, Teknik Üniversite mahiyetindeki Mühendis ve Topçu mekteplerini yaptırıp yeni bölükler kurdu. Saltanatı müddetince içte ve dışta büyük düşmanlarla mücadele etmesine rağmen, ülke imar edilip, fazla toprak kaybı olmadı. Tam ıslahata başlayacağı zaman şehit edilmesi, düşündüğü büyük hizmetlerin yerine getirilmesine engel oldu.

SELAM OLSUN OĞUZ KAYI BOYUNA SELAM OLSUN AVLAMIŞ KÖYÜNÜN TAŞINA TOPRAĞINA KURDUNA KUŞUNA  
 

Şeyh EDEBALİ'den Osman Gazi'ye Nasihat ..... “

Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.. Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz. Oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır. İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir... Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler. En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!.. Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!.. Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...

 
Facebook beğen  
 
 
 
 

 

İstiklâl Marşı Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır parlayacak! O benimdir, o benim milletimindir ancak! Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal. Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım; Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar. Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar, 'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın, Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı. Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ. Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli: Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli! Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli- Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım. Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım; Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım! Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl; Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet, Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!


 
Bugün 36496 ziyaretçikişi burdaydı!
ESYÖRÜK Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol