ESKİŞEHİR YÖRÜKLER DERNEĞİ 2014 ESYÖRÜK
 
eskisehiryoruklerdernegi
EY ERTUĞRULUN EVLADI..! KAYA GİBİ SERT KAYI GİBİ MERT OLASIN...!!  
  ESKİŞEHİR YÖRÜKLER DERNEĞİ-
  AVLAMIŞ KÖYÜ YÖRÜKLERİ
  OSMANLI
  OSMANLI PADİŞAHLARI
  => Osman Gazi
  => Orhan Gazi
  => I.Murat Hüdavendigar
  => Yıldırım Bayezid
  => Mehmet Çelebi
  => MuratHan II
  => Bayezid (Beyazıt) Han II
  => Kanuni Sultan Süleyman
  => Yavuz Sultan Selim (Selim Han I)
  => Selim Han II (Sarı Selim)
  => Sultan Üçüncü Murat Han (Murat Han III)
  => Mehmed (Mehmet) Han III
  => Ahmet Han I
  => Mustafa Han I
  => Osman Han II (Genç Osman)
  => Murad (Murat) Han IV
  => Sultan İbrahim
  => Mehmed Han IV (Avcı) ve Köprülüler Devri
  => Süleyman Han II
  => Ahmed Han II (Sultan 2. Ahmet)
  => Mustafa Han II
  => Ahmet Han III
  => Mahmut Han I
  => Osman Han III
  => Mustafa Han III
  => Abdülhamit Han I
  => Selim Han III
  => Mustafa Han IV
  => Mahmut Han II
  => Ziyaretçilerimiz
  HABER YÖRÜK ESKİŞEHİR
  İLETİŞİM
  BÜYÜK TÜRK TARİHİ
  ŞİİR KÖŞESİ
  MAKALE VE YAZILAR
  TÜRKMENELİ KERKÜK
  VASİYETLER
  KAN BANKASI
  TÜRK TÜRKÜ SÖYLER
  NEVRUZ
  ARAMIZDAN AYRILANLAR
  ETKİNLİKLERİMİZ
  ÇANAKKALE SAVAŞI
  SEBETAYCILAR
  DİNİ BİLGİLER
  DÜŞÜNDÜREN SÖZLER
  EĞLENCELİK FIKRALAR
  BASINDA YÖRÜKLER
  YÖRÜKLER HAKKINDA
Mehmet Çelebi

ÇELEBİ SULTAN I. MEHMET ve FETRET DEVRİ
(1413 — 1421)

Yıldırım Bayezid Han'ın, Emir Süleyman, İsa Çelebi, Mehmet Çelebi, Musa Çelebi, Mustafa Çelebi ve Kasım Çelebi adlarında altı oğlu vardı. Bunlardan Kasım Çelebi çok küçük olduğundan Bursa'da Harem-i Hümayûn'da bırakılmış, ötekilerin hepsi savaş alanında babalarının yanında yer almışlardı.

Bozgunluk belirtileri görünmeye başlayınca vezir-i azam Ali Paşa, Yeniçeri Ağası Hasan Ağa ve bazı devlet büyükleri, büyük şehzade Emir Süleyman'ı yanlarına alıp Bursa'ya koşarak ele geçirdikleri hazine mallarını, sultanın karılarını ve Kasım Çelebi'yi alarak Rumeli yakasına geçmek için deniz kıyısına vardılarsa da denizden karşıya atlamak hususunda Bizans İmparatoru'nun yardım etmesi gerekli olduğundan Kartal, Pendik ve Geğbuza (Gebze) kazalarını Bizanslılara geri vermek ve şehzade Kasım Çelebi'yi de rehin bırakmak sureti ile Edirne'ye vardılar.

İsa Çelebi eskiden vali bulunduğu Balıkesir bölgesine savuşup Timur'un Anadolu'dan ayrılışına dek oralarda saklandı. Mehmet Çelebi ki Çelebi Sultan Mehmet Han'dır lalası Bayezid Paşa ve bazı devlet büyükleri ve dairesi halkı olan yedi sekiz yüz atlı ile eski eyalet merkezi olan Amasya'ya gitti. Musa Çelebi babası ile birlikte tutsak ve Mustafa Çelebi savaş sırasında kayboldu.

Zalim Timur, Osmanlı ordusunun bozguna uğraması üzerine hemen Bursa, Kütahya ve öteki şehir ve bölgelere bölük bölük yağmacı tatarları musallat ederek Bursa'da bulabildikleri Osmanlı hazinesini ve Kütahya'da biriktirilip saklanmış olan Timurtaş Paşa'nın zengin hazinesini ele geçirdikten sonra her zaman yaptığı gibi, vardığı her yer halkından kurtuluş fidyesi alarak çapulculuğunu ve yıkıcılığını son kertesine vardırdı.

Karaman Oğlu Alaeddin Bey'in ortadan kaldırılmasından beri Bursa'da hapiste bulunan oğlu Mehmet Bey'i kurtarıp Karaman Beyliği tahtına, Germiyan Oğlu Yakup Bey'i Kütahya Beyliği tahtına, Saruhan Oğlu Hızırşah Bey'i Saruhan Oğulları Beyliği tahtına, Manisa ve Aydın Oğlu Cüneyd Bey'i Aydın Oğulları Beyliği tahtına, İsfendiyar Oğlu'nu da eski hükümet yerinde tahta geçirdi

Böylece görünüşte bir mürüvvet ve adalet göstermekte gibi ise de gerçekte Anadolu ülkesinde müslümanlar arasında yeniden büyük karışıklık ve savaş nedenlerini hazırlamış oldu.

Merhamet ve hamiyetin gereği, bir kaç kişinin refahını ve varlığını hazırlamak değil müslümanlar arasında fitne ve fesada yol açabilecek durumların ortadan kaldırılması ile geniş halk topluluğunun güvenliği ve güçlenmesi, ülkenin genişleyip nüfusunun artması mümkün kılacak durumun yaratılmasıdır.

Elde ettiği fırsat ve imkanları gereğince bu hususları göz önüne almayıp seksen yüz yıl gibi uzun bir süre daha müslümanlar arasında kan dökülmesine yol açacak zemin hazırlamış oldu.

Timur'un Asya ülkesinde gezip dolaşması pek çok ise de deniz geçmek adeti olmadığından Rumeli yakasına el atamadı. Bizans İmparatorunun yolladığı küçük hediyelerle yetindi.

Öte yandan Anadolu için, yapabileceği bütün zulümleri yapmakta kusur etmediği gibi Çelebi Sultan Mehmed'in, Amasya bölgesinde eşkıyayı bastırmak hususunda elde ettiği başarıları duyduğunda onu da yok etme çabasına girişti.

Şöyle ki : Çubuk Ovası'nda yapılan savaşın sonunda bir takım Tatar elebaşıları Osmanlı ülkesini çapula koyuldular. Osmanlılara düşman olan Anadolu Beylerinin adamları, özellikle İsfendiyar Oğlu'nun yakınları, Yıldırım Bayezid Han şehzadelerinin yönetimi ele almalarını önlemek için beşer onar bin haşarat ile Tokat ve Amasya bölgelerinde dolaşmaya başlayınca Çelebi Sultan Mehmed Han zarurî olarak bunları kovalayıp serlerini ortadan kaldırmak zorunda kalmıştı.

Çelebi Sultan Mehmet Han'ın kapısı halkı ve yönetimi altında bulunan Amasya askeri iki üç bin kişiden ibaret iken Tanrının yardımı ile o kalabalık kan dökücü eşkıya takımını birer birer ortadan kaldırarak babasının yerini tutabileceği anlaşıldı. Bunu gören mağrur Timur, kendisine damad edinmek vaadi ile Çelebi Sultan Mehmed'e mektup yazdı. Yıldırım Bayezid Han'a da, bu daveti kabul ederek gelmesini emreden bir yazı yazdırdı.

Şehzade Mehmet Çelebi'nin komutanları ve devlet adamları, Timur'un nasıl kıyıcı ve zalim bir kişi olduğunu söyliyerek gitmesini uygun görmemişlerse de şehzade Mehmet Çelebi, gençliği dolayısı ile hilekar hasmının sözlerine kanarak bir iki bin atlı ile yola çıkmış fakat bir kaç konak gider gitmez, yolunu beklemekte olan iki bölük hain sürüsü ile karşılaşıp kahramanca çarpışarak darmadağın etmişse de bunların ortaya çıkışı, komutanlarının ve devlet adamlarının görüşlerini doğrular nitelikte olduğundan Amasya'ya geri dönüp mazeretini bildirmek üzere hocası Sofu Bayezid'i, Timur'un yanına yolladı. Bu sırada Yıldırım Bayezid ölmüş bulunduğundan Timur baş sağlığı dilemek üzere bazı hediyelerle Sofu Bayezid'i Sultan Mehmed'e geri yolladı.

Edirne'de Emirlik etmekte olan büyük şehzade Emir Süleyman'a da hediyeler yolladı ve baş sağlığı diledi.

Timur, Tire'de kışlamakta iken Cenevizliler'in îzmir limanında yaptırmış oldukları kaleyi müslüman hükümdarların alamadıklarını duydu. Hem gücünü kuvvetini halka göstermek, hem de Frenklerin biriktirdikleri malları ve eşyaları çapul etmek için ilk baharda saldırıp İzmir'i hemen ele geçirdi. Bundan sonra başkenti olan Semerkand'e dönmeye karar verip, Kara Tatar denen halkı da yanına abp Anadolu'dan çıkıp gitti

Bu Kara Tatar taifesi, Cengizîler (Moğollar) tarafından Selçuklulara göz kulak olmak üzere Anadolu'ya yollanan kavimlerden olup zamanla Kayseri ve Sivas bölgelerinde çadır kurup yerleşmişlerdi.

Rahmetli Yıldırım Bayezid Han, Sivas'ı ele geçirdiği zaman bunlardan tekalif-i divaniye'yi17 almayıp yalnız savaşlar sırasında savaş hizmetlerinde çahştırılmakta olduklarından günden güne çoğabp 40 - 50 bin kişi olmuşlardı. Timurlenk Anadolu'ya yönelince bunların başkanlarına Saltanat-ı Rum'u (Osmanlı tahtı) vaad ile gizlice yanına çağırdığından bu halk hemen Timur ordusuna katılmışlardı. İş bittikten sonra Timur, her ne düşünce ile ise bunları birlikte götürmeyi uygun bulup ancak kendi istekleri ile gitmeyeceklerini bildiğinden büyük bir ordu ile dört yanlarını kuşatarak abp gitmiştir ki Timur'un Anadolu'da yaptığı en hayırlı iş, bu olmuştur.

Her ne kadar konumuz dışında ise de İzmir setri doğum yerim olduğundan bura hakkında bazı bilgi vermeyi uygun buldum. Ancak adı geçen şehir, herkesin gelip geçtiği bir yer öldüğünden şehrin bugünkü durumunu anlatmak gereksizdir. Biz yalnız eski durumu ile bayındırlık nedenini anlatacağız.

izmir limanı, Anadolu'nun gemi yanaşma yeri olduktan başka gayet yararlı tuzlaları vardır. Küçük bir şehri ve limana bakan dağ üstünde "Kıdifa" adlı bir melikeye nisbet edilen kalesi vardır. Bu kale, Aydın Oğullan'nın elinde idi. Ünlü seyyah İbn-i Batuta'nın (1304 —1369) yazdığına göre memleketin valisi bulunan Aydın Bey Oğlu Mehmed Bey'in oğlu Hızır Bey gemiler düzüp daima adaları ve Rum memleketlerini vurup mal ve tutsak alageldiğinden, kendisinden papaya şikayet edilip papa da, uluslar arasında elden ele geçen deniz gücü sırası ellerinde bulunan Cenevizli'lere emi etmekle bir gece ansızın çok sayıdaki gemilerle şehri bastıklarında adı geçen Hızır Bey kaleden inip savunmaya çalışmış ise de gücü yetmeyip kendisi de şehid oldu. Böylece Cenevizliler şehri ele geçirdiler ama ne onlar kaleye ve ne de kalede bulunanlar şehirde üstünlük kurdular.

Bu nedenle Cenevizliler liman kıyısında bir kale yaparak limanın ve tuzlanın gelirlerini almaktalar iken bu kale Timur tarafından ele geçirilip tamamen yıkıldı. Bu kalenin üç yanı deniz bir yanı kara olup Timur'un, denize açık yanlarını doldurtarak ele geçirdiği, tarihlerde yazılı ise de kaleye nereden girdiği belli değildir.

Bundan sonra İzmir şehri Aydın Oğlu Soyundan olup İzmir Oğlu denilen Cüneyd Bey'in ülkesi içine alınmakla limana bakan ve yukarıda adı geçen Kıdifa Kalesi ki yakın zamana dek adı geçen melikenin veya ilahenin dörtgen biçiminde ve 7 - 8 metre büyüklüğünde mermer üzerine kazılmış resmi, mezarı olduğu tahmin edilen taştan oyma bir sanduka üzerinde ve kale kapısı dışında kale duvarına gömülü bir durumda durmakta ve görünmekte idi.

Cüneyd Bey, limanın korunmasından önce, Osmanlı saldırısından vücûdunun korunması ihtiyacını duyduğundan kaleyi onartıp sağlamlaştırdı. İkinci Murad Han zamanında Anadolu Beylerbeyisi Yahşi bey, Cüneyd Bey'in ortadan kaldırılması ile görevlendilirince çok zorluk çekti ve uzun süre kaleyi kuşattıktan sonra ele geçirebildi. Kale her ne kadar limana bakıyorsa da eski topların menziline göre limanın korunması yeterli olmadığından korunmak için de Osmanlılar'ca gerek görülmediğinde bu kale değerini yitirip deniz kıyısında bulunup Hisar Camii diye anılan camiin önünde aşağı yukarı beş altı bin metre kare18 genişliğinde bir kale yapılıp düşman gemilerinin sataşmaları buradan önlenmişti.

H. 1081/M. 1670 - 71 yılında Köprülü Oğlu Fazıl Ahmet Paşa, Girid'in zaptından dönüşünde İzmire uğrayıp, ahalisinin rica ve yalvarmaları üzerine iki saat uzaklıktaki yerden, büyük kemerler ve taştan yollar yaptırarak adam belinden daha kalın bir su getirttikten başka yontma taştan büyük bir han, bir çarşı bir çifte hamam ve bir cami yaptırdı.

Ayrıca, Fazıl Ahmet Paşa'nın yapı emini olan vekil harcı Osman Ağa da aynı bollukta bir su daha getirtti. Daha sonra Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Küçük Vezir Hanı adıyla başka bir han, yeşil direkli adında çifte bir hamam ve daha sonraları Dar üs-Saade Ağası Beşir Ağa, büyük han ve çarşılar yaptırmıştır.

İzmir şehrine 13 Km. kadar uzaklıkta olan ve limanın kapısı gibi olan Sancak Burnu adlı yere, Girid seferi nedeni ile dördüncü Mehmed Han zamanında bir kale yaptırılıp içine büyük toplar yerleştirilmiştir ki yeni Kale adıyla anılan bu kale hala ayaktadır. Uzun süre bakımsız kaldığından H. 1244/M. 1828 - 29 yılında îzmir Ayanı bulunan rahmetli babam Mansûrî Zade Emin Efendi, padişah fermanı ile onarımına görevlendirildiğinden elindekini avucundakini sarf edip kaleyi onartmış, dışına tabyalar ve bir denizden öteki denize hendek kazdır mıştır.

Gariptir ki sadrazam Köprülü Oğlu Fazıl Ahmet Paşa, Girit Ada-sı'ndaki Kandiye şehri kuşatmasında döktürülüp kullanıldıktan sonra getirtip İzmir'in bu kalesine koydurduğu iki tunç top — ki içine adam girebilir ve birinin ağzında iki dane gülle yarası olmakla sağlamına "Gazi", bu yaralısına da "Şehit" denir — biraz önce dediğimiz gibi kale dışına tabyalar yaptırıldığında bu topları çıkarmak istediklerinde çıkaramamışlardır. Girit'te yapılıp buraya getirildiği halde kaleden tabyaya çıkarılamaması arasındaki güç farkının anlaşılması için bu hususu buraya yazdım.

Bu kalenin yapılması ile, îzmir şehri önündeki adı geçen liman Kalesinin önemi kayb olduğundan çevresine çarşı ve hanlar yapılmıştı. H. 1286/M. 1869 - 70 yılında padişahın izni gereğince kale içinde bulunan 25-30 ev satın alınıp yıktırılarak dul ve yetimler için yapılması düşünülen ıslahhaneye gelir olmak üzere yerine çarşı yapılması işine girişildi.

Açıklanan nedenlerle şehir günden güne genişleyip nüfusu artmış, vaktiyle şehrin dışında bulunan mezarlıklar şimdi şehrin ortasında kalmıştır. Biz gene konumuza dönelim.

Timur'un geri gittiği haberi duyulunca, bir kaç yüz bin çapulcunun yol uğraklarını ne duruma getirecekleri bilinmekle oralara yakın yerler halkı dağ başlarına çekildikleri gibi Çelebi Sultan Mehmet de Amasya'dan çıkıp Bolu Dağları'na gidip işin sonunu bekledi.

Uğursuz Timur'un cehennem olup gittiği anlaşılınca Çelebi Sultan Mehmed, yanında bulunan bir kaç bin askerle inip Bursa'ya yönelmiş ise'de Isa Çelebi saklandığı yerden çıkıp ondan önce babasının tahtını ele geçirmiş bulunduğundan iki kardeş taht savaşma giriştiler.

Mehmet Çelebi'nin askerleri İsa Çelebi'nin ordusunu darmadağın edip H. 806/M. 1403 - 4 yılında Çelebi Sultan Mehmet Bursa'ya girerek Osmanlı tahtına oturdu.

Germiyan Oğlu'na emanet edilmiş olan Yıldırım Bayezid'in ölüsü ile şehzade Musa Çelebi getirtilerek, cenaze, özel türbesine gömüldü; kardeşine de iltifatlar etti.

Edirne'de hüküm süren Emir Süleyman, kardeşi Çelebi Sultan Mehmed'i ortadan kaldırmak amacı ile Anadolu yakasına geçmeği tasarladı ise de vezir-i azam Ali Paşa, îsa Çelebi'yi, Çelebi Sultan Mehmed'e musallat etmeyi daha uygun gördüğünden İsa Çelebi, Emir Süleyman tarafından teşvik ve yardım edilerek yollanıp Çelebi Sultan Mehmet ile yeniden savaşa tutuştu ise de yine bozguna uğradı. Bu kez, Menteşe, Saruhan ve İzmir Oğullarının yardımı ile cesaretlenip yaptığı saldırıda da yenilerek kaçmış, daha sonra Eskişehir'de saklandığı yerde bulunup öldürülmüştür.

Tanrının yardımına nail olmuş olan Padişah Sultan Mehmet, Aydın'a doğru yönelip Ayasluğ'da yapılan savaşta İzmir, Saruhan ve Menteşe Oğullarını bozguna uğratıp Aydın ve Manisa sancaklarını ele geçirdi. Saruhan Oğlu Hızırşah Bey'i öldürtüp İzmir Oğlu Cüneyd Bey'in af dileğini kabul ile yalnız İzmir kalesini kendine bırakarak Bursa'ya döndü.

Hızırşah Bey'in öldürülmesi konusunda Müneccim Başı, ünlü tarihinde, Timur olayında affı imkansız bir cürüm işlemiş olması öldürülmesine sebep oldu demekte ise de nasıl bir suç işlediğini açıklamamıştır. Timur'un yanma geçmek, yahut da Isa Çelebi'ye yardım etmek suçu olsaydı bu tür suçlar, dağınık hükümdarcıklarm hepsince işlenmiş olduğundan onlar gibi bunun da affedilmesi gerekirdi. Fakat bu Hızırşah, sarhoş ve alçak bir herif olduğundan Timur olayında saltanat hanedanının namusuna leke sürücü yakışıksız bir davranışta bulunmuş olmalı ki başkaları affedildiği halde bu, ondan mahrum edilmiştir.

Çelebi Sultan Mehmed'in özgürlüğü Emir Süleyman'ı huzursuz ettiğinden büyük bir ordu ile Anadolu'ya geçip Sultan Mehmed üzerine saldırdı. Durum, Mehmed Han'ın ileri gelenleri arasında tartışıldı. Emir Süleyman her ne kadar içkiye ve eğlenceye düşkün olup, bu durum tahta geçmesine engel ise de şehzadelerin en büyüğü ve Rumeli'deki beylerin ve komutanların başkanı olmakla, durumu iyice belli oluncaya dek çekingen davranılması, karşı koymaktan kaçınılması sonucuna varıldı. Bunun üzerine Sultan Mehmed Amasya'ya gitti. Emir Süleyman onu izleyerek Ankara'ya vardı ve sonra Bursa'ya geri döndü.

Emir Süleyman'ın, adeti üzere her gün hamamlarda zevk ve safa ile meşgul olduğunu duyan Çelebi Sultan Mahmet, ordusu ile ansızın Bursa'ya saldırdı ise de şiddetli yağmurlar nedeni ile bazı ırmakları geçmek mümkün olmayıp, birkaç gün süren savaştan sonra Amasya'ya döndü.

Emir Süleyman'ın İsa Çelebi'yi Sultan Mehmed'e musallat etmesine bir karşılık olmak üzere Sultan Mehmet de küçük şehzade Musa Çelebi'yi, yardımlarla Sinop'tan Rumeli'ye yolladı. Emir Süleyman bu durumu görünce Anadoludan ayrılıp Rumeli'ye geçti.

Emir Süleyman'ın sarhoşluğundan bıkan Rumeli ileri gelenleri ve komutanlar, Musa Çelebi'ye katılmışlar ise de Emir Süleyman gelince gene onun tarafına meyi etmeleri üzerine Musa Çelebi dağ başlarına kaçtı.

Bu sırada ki H. 813/M. 1410 - 11 dir, Emir Süleyman'ın vezir-i azami Ali Paşa öldü. Edirne sarayında işlerin büsbütün bozulduğunu gören Musa Çelebi, ansızın Edirne'ye saldırdı. Emir Süleyman bir hamamda sarhoş ve kendinden geçmiş bir durumda bulunduğundan Musa Çelebi'nin Edirne'ye geldiğini anlatmak üzere yanına girenlere kızıp, hatta bunlardan yeniçeri ağası Hasan Ağa'nin sakalıni tellak usturası ile traş ettirince herkes kendisinden yüz çevirdi. Emir Süleyman, kötü haberlerin kendisine ulaştırılmasından biraz sonra ayılıp istanbul'a doğru kaçarken yolda tutulup öldürüldü.

Musa Çelebi Rumeli'ye yollanırken, amaca erişirse hutbe ve sikkeyi Mehmet han adına söyletmesi konusunda aralarında anlaşmışlarken Emir Süleyman ortadan kalkıp kendisi tahta geçince bağımsızlık davasına kalkıştı. Ama bir ülkede iki hükümdarın bulunamayacağı da değişmez bir kural olduğundan Sultan Mehmet han büyük bir ordu ile Rumeli yakasına geçti. Yapılan savaşta başarıya ulaşılmış iken, Sultan Mehmed ordusunun kaçanları kovalamak için ayrıldığını, ağabeyisinin az bir askerle kaldığını gören Musa Çelebi, yanındaki Kapı Kulu askerleri ile saldırınca Sultan Mehmet zorunlu olarak kaçıp Bursa'ya geldi.

Musa Çelebi sert huylu ve kuruntulu bir kişi olduğundan eski komutanların ve devlet adamlarının çoğunu yerlerinden atıp sert davrandığı gibi değerli bir devlet adamı olan Evrenos Bey'e de kötü davranıp kendisine hakaret ve rahatsız etmiş, ayak takımından biri olan Kör Şahmelik adındaki birini kendine vezir edinerek halkı iyice soğutmuştur.

Bu tür davranışlarından dolayı Emir Süleyman'ın sadrazamı rahmetli Ali Paşa'nm oğlu İbrahim Paşa'yı vergi istemek için elçilikle istanbul'a gönderdiği halde İbrahim Paşa, Edirne'ye dönmeyip Sultan Mehmed'in yanına Bursa'ya gitti.

Ertesi yıl yani H. 816/M. 1413 - 14 yılında Sultan Mehmet Han yeniden Rumeli yakasına geçtiğinde Rumeli emirlerinin çoğu yanına geldiler. Bu durum karşısında Musa Çelebi karşı koymaktan çekinip Niş bölgesine doğru geri çekildi.

Sultan Mehmet kendisini izliyerek yaklaştığında zorunlu olarak şiddetli bir çarpışmaya tutuştular. Musa Çelebi'nin yanındaki birlikler bozguna uğradı, Musa yakalanıp öldürüldü.

Timur olayından Musa Çelebi'nin ölümüne dek geçen oniki onüç yıllık zaman içinde Osmanlı ülkesinde türlü savaşlar ve çatışmalar olmuş, sonunda Mehmet Han yalnız başına tahta geçerek devlet gemisi selamet sahiline ulaşıp fitne dalgaları oldukça yatıştı.

Karaman oğlu Mehmed Bey, Sultan Mehmet Han'ın, Musa Çelebi ile olan meşguliyetini fırsat bilerek bir aydan fazla bir süre ile Bursa'yı kuşatma cesaretini gösterdi. Bu kuşatma sırasında da türlü çapullar yapmış, soygunculuk etmiş hatta, bazı Bizans tarihçilerinin anlattıklarına göre rahmetli Yıldırım Bayezid Han'ın türbesini yıkıp türlü hakaretler yapmakta iken Musa Çelebi'nin cenazesi şehre girince, Çelebi Sultan Mehmed'in başarısını anlayıp cezalandırılacağından korkarak çabucak kaçıp oradan uzaklaşmıştı.

Sultan Mehmet Han, Anadolu'ya döner dönmez Karaman Oğlu üzerine yürüdü. Akşehir, Beyşehir, Seydişehir ve Said İli denen bölgeleri — ki buralar Murad Han zamanında belli bir bedelle satın alınmış iken Timur olayında yeniden Karaman Oğlu'nun eline geçmişti— yeniden Osmanh ülkesine katıldılar. Konya da kuşatıldığı halde bazı sıkıntı verici olayların ortaya çıkması üzerine kuşatma kaldırıldı.

Ertesi yıl gene Karaman Oğlu'na haddini bildirmek için Ankara Ovası, Padişahın ordu merkezi yapıldı. Padişah biraz rahatsız olduğundan burada eylenilmekte iken Anadolu Beylerbeyisi Bayezid Paşa, Karaman Oğlu'na, Padişahın rahatsız olduğunu haber vererek daha bir çok güzel hileli sözlerle onu umutlandırıp aldatması üzerine, ansızın ordusunu basıp Karaman Oğlu Mehmet Bey ile bir oğlunu yakalayıp Padişaha yolladı.

Sultan Mehmet Han iyi ahlakı dolayısıyla, bundan sonra bir daha Osmanh devleti'ne düşmanhk etmemek üzere Karaman Oğlu'na yemin ettirdikten sonra salıverdi. Bayezid Paşa'nm eyaletine de vezirlik rütbesi ekledi.

Karaman Oğlu memleketine dönerken "bizim Osman Oğulları ile düşmanlığımız beşikten mezara dek sürer" demiş ve otlakta bulunan Padişahın at sürülerini ahp gitmiştir. Bir kaç yıl sonra gene ayaklanıp Antakya'yı kuşattığı sırada top güllesi ile vurulup parça parça olmuş, böylece yemin bozanhğmm cezasını görmüştür.

Çelebi Sultan Mehmed'in Ölümü

Sultan Mehmet Han, Edirne'de oturmakta iken H. 824/M. 1421 yılında 43 yaşında olduğu halde ve bağımsız olarak sürdürdüğü saltanatının sekizinci yılında öldü. Ölüsü Bursa'ya getirtilip kendi adıyla anılan türbesine gömüldü.

Bu hükümdar yumuşak huylu, sabırlı, cesur ve çalışkan, aklına koyduğu şeyi gerçekleştiren, başarılı ve şanı yüce bir padişahtı. Türlü zahmet ve meşakkatlerle Osmanlı Devletini yenilemiş, 24 savaşta bizzat bulunmuş, kırka yakın yara almıştır. O, bu denli uğraşıları arasında Edirne'de ve Bursa'da pek çok hayır işleri yaptırmayı başardıktan başka Harameyn'e yani Mekke ve Medine'ye "surre alayı" 19 yollanmasını da ilk kez bu padişah başlatmıştır. Zaten hastalıklı bir vücuda sahip olduğundan zamanının çoğu yatakta geçip genç yaşta öldü. Bazıları doğumunu H. 793/M. 1391 yılı olarak kayd edip babasının ölümünde 12 yaşında idi derler. Bazıları da doğumu H. 781/M. 1379 - 80 de olduğundan babasının ölümünde 24 yaşında bulunduğunu söylerler.

Babası zamanında Amasya valisi ve Timur savaşında çarhacı20 olmasına, sonraki yaptıklarına ve şehzadesi Sultan ikinci Murad'm doğumunun H. 806/M. 1403 - 4 yılında bulunmasına bakılınca ikinci söylentinin daha doğru olması gerekir. Ama bazı tarihlerde de annesi Şah Hatun, Germiyan Oğlu Yakup Bey'in kız kardeşi olarak gösterilmiş, Şah Hatun ise H. 783/M. 1381 - 2 yılında Yıldırım Bayezid Han ile evlenmiş olduğundan bu tarihlerde de bir yanlışlık olmak gerekir. Bütün bunlar göz önüne alınınca Sultan Mehmet Han'ın doğum tarihi doğru olarak bilinmemektedir.

Çelebi Sultan Mehmet Edirne'de ölünce, saltanat tahtına varis olup Amasya'da bulunan büyük şehzade Sultan ikinci Murad'a durum bildirildi. Rahmetlinin vasiyeti üzerine ölüm haberi gizli tutuldu. "Padişahımızın İzmir Oğlu üzerine yürüyüşü var" söylentisi ile Edirne'de bulunan askerin bir miktarı Anadolu yakasına geçirilmiş ise de sipahi ve silahtar taifesi ölüm işini sezinleyip Padişahı görmekte ayak dirediler.

Devlet ileri gelenleri bu istek karşısında çok sıkıntıya düşüp hekim-başı'nın tertibi ile ölüye giysileri giydirilip karanlık odada taht üzerine oturtulup arkasına da bir adam konup subaylardan üç beş kişi içeri alındı. Ölünün arkasına konmuş olan adam onun ellerini ve başını kımıldattığından, girenler işin farkına varamadan dua ederek çıktılar.

Tarihçiler bu konuda ağız birliği etmektedirler. Bu işte ölünün bedeninin bazı ilaçlarla tahnit olunduğu açık ise de anan tedbirin akla uygunluğu zorcadır.

-----------------------------

Bu bilgiler Netayic-ül Vukuat / Türk Tarih Kurumu / 1980 kitabından alınmıştır.

 

SELAM OLSUN OĞUZ KAYI BOYUNA SELAM OLSUN AVLAMIŞ KÖYÜNÜN TAŞINA TOPRAĞINA KURDUNA KUŞUNA  
 

Şeyh EDEBALİ'den Osman Gazi'ye Nasihat ..... “

Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.. Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz. Oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır. İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir... Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler. En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!.. Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!.. Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...

 
Facebook beğen  
 
 
 
 

 

İstiklâl Marşı Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır parlayacak! O benimdir, o benim milletimindir ancak! Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal. Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım; Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar. Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar, 'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın, Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı. Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ. Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli: Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli! Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli- Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım. Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım; Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım! Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl; Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet, Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!


 
Bugün 36480 ziyaretçikişi burdaydı!
ESYÖRÜK Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol