ESKİŞEHİR YÖRÜKLER DERNEĞİ 2014 ESYÖRÜK
 
eskisehiryoruklerdernegi
EY ERTUĞRULUN EVLADI..! KAYA GİBİ SERT KAYI GİBİ MERT OLASIN...!!  
  ESKİŞEHİR YÖRÜKLER DERNEĞİ-
  AVLAMIŞ KÖYÜ YÖRÜKLERİ
  OSMANLI
  OSMANLI PADİŞAHLARI
  HABER YÖRÜK ESKİŞEHİR
  İLETİŞİM
  BÜYÜK TÜRK TARİHİ
  => Göktürkler
  => Uygurlar
  => Karahanlılar
  => Türkler'de Islamiyet
  => Cengiz Han
  => Büyük Selçuklu
  => Oğuzların Boy Teşkilatı
  ŞİİR KÖŞESİ
  MAKALE VE YAZILAR
  TÜRKMENELİ KERKÜK
  VASİYETLER
  KAN BANKASI
  TÜRK TÜRKÜ SÖYLER
  NEVRUZ
  ARAMIZDAN AYRILANLAR
  ETKİNLİKLERİMİZ
  ÇANAKKALE SAVAŞI
  SEBETAYCILAR
  DİNİ BİLGİLER
  DÜŞÜNDÜREN SÖZLER
  EĞLENCELİK FIKRALAR
  BASINDA YÖRÜKLER
  YÖRÜKLER HAKKINDA
Türkler'de Islamiyet

İSLAM DİNİ'NİN KABULÜ

Türkler' in İslamiyet' le asıl karşılaşmaları Emevi ordularının Maveraünnehr' e girmesinden sonradır. Türkler sınır boylarında İslam Dini' ni tanıma fırsatı buldukça onu benimsiyorlardı. Fakat ilk Müslüman olan Türk devleti bu bölgede değil, İtil boyunda yaşayan Türkler' in kurmuş oldukları Bulgar Devleti oldu. İtil Bulgarları' nın hükümdarı Almış, Bağdad Abbasi Halifesi' nden din adamı ve askerlik teknolojisi bilen insanlar (kale yapımı için) istemişti. Onuncu Asr' ın başlarında onlara bir Müslüman hey' eti geldi. O sırada Hazar Hanları Museviliği, Uygurlar Mani Dini' ni, Doğu Avrupa' ya giden diğer Türkler ise Hıristiyanlığı kabul etmiş bulunuyorlardı. İtil (Volga) Bulgar devleti ilk Müslüman Türk devleti oldu. Cuma hutbelerinde "Allahım, Bulgar İl-teberini (hükümdar) doğru yola götür" deniyordu. Hükümdar, babası Müslüman olmadığı için onun adını anmak istemedi, onun yerine Abdullah adını kullandılar. Bulgar Türkleri o sırada eski örf ve adetlerini, bazıları İslam' a uymasa da devam ettiriyorlardı, ama İslamiyet konusunda fevkalade samimi idiler; geceler çok kısa olduğu için, sabah namazını kaçırma korkusuyla çok defa hiç uymuyorlardı. Bunlar aynı zamanda Müslüman olmayan komşu Türk ülkelerine karşı gaza yapıyorlardı. Nitekim Başkurt Türkleri o sırada Hıristiyan olacakken, Bulgarlar bunu engellemişti.

Öbür yandan Maveaünnehr bölgesinde Müslüman Türk nüfusu gitgide artıyordu; bazı şehirlerin, mesela Farab' ın nüfusu çoğunlukla Müslüman olmuştu. Buralarda yaşayan, Türkler mal ve paralarının çoğuna gaza ve cihada ayırıyor, "putperest" dedikleri soydaşlarını Müslüman etmek üzere onların ülkelerine akın eden gazileri besliyorlardı. Göçebe Karluk ve Oğuz boylarının kitleler halinde Müslüman oldukları görülüyordu. Müslüman nüfusunun kabardığı türk şehirlerinde İslam medeniyeti de ilk büyük meyvelerini vermeye başlamıştı; buralarda büyük alimler ve zehidler yetişiyor, bunlar Müslümanlığın yüksek medeniyetini temsil eden kimseler olarak İslam' ı cazip kılmakla büyük rol oynuyorlardı. Böylece Türkler' in Müslümanlığa girmeleri uzun zaman içinde ve yavaş yavaş devam etmiş, Onuncu Yüzyıl' da ise çok büyük bir sür' at kazanmıştır. Aslında bu gecikmenin sebeplerinden biri de Emeviler' in İslamiyet' ten daha çok Arap saltanıtına önem vermeleri ve Maveraünnehr bölgesinde yeni bir dinin habercilerinden ziyade bie istila ordusu gibi davranmalarıydı. Türkler' e (Türgiş Kağanına) ilk Müslümanlık teklifi Sekizinci Yüzyıl ortasında geldiği halde buradaki Türkler' in devlet halinde Müslüman olmaları ancak iki yüzyıl sonra, Karahanlılar zamanında mümkün olmuş, gayriresmi ihtidalar ise Abbasi Hilafeti' nin başlamasıyla artmıştır.

Türkler' le Araplar ilk defa Birinci Göktürk Devleti' nin yıkılması sırasında karşılaştılar. Göktürk toprakları önce Doğu' da, sonra Batı' da Çin istilasına uğramış, Batı sınırlarında oturanlar ise Emevi ordularının baskısıyla karşılaşmışlardı. Türkistan ve Afganistan bölgesindeki Türk yabgu, tigin ve tarhanları Araplar' ın ileri harekatını durdurdular, fakat kendi aralarındaki anlaşmazlıklar yüzünden zayıf düşünce bundan faydalanan Emevi kumandanı ve valisi Kutaybe, Semerkand ve Taşkent' i işgal etti. Bu şehirlerdeki ilk camilerin yapılması üzerine Türkler İslam Dini' ni görerek öğrenmeye başlamışlardı. Bu sırada İkinci Göktürk Devleti kurulup kuvvetlenince, Emevi ordularının ilerlemesi durdu, Kül Tigin buralara kadar gelerek Batı sınırlarını güvenlik altına aldı.

İkinci Göktürk Devleti' nin 745' te Uygur ve Basmıl Türkleri tarafından yıkılması üzerine Araplar' ın karşısında sadece Türgiş Kağanı Sulu kaldı. Sulu kendi kumandanlarından biri tarafından öldürülünce artık Türk ülkeleri Doğu' dan ilerleyen Çin ile Batıdan ilerleyen Arap kuvvetleri arasında bir çekişme konusu haline gelmişti. Tam o sırada Emevi Hanedanı iktidardan atılarak yerine Abbasiler geçti ve Araplar' ın Türkistan siyaseti büyük ölçüde yumuşadı. Öbür yandan büyük Çin ordusu Taşkent' te kadar gelmiş, Çinliler Taşkent Beyi Bağatur Tudun' u hile ile hapsetmişlerdi. Bağatur Tudun' un oğlu Araplar' dan yardım itedi. Ziyad bin Salih' in komutasınaki Abbasi ordusu Talas şehri yakınında Çin ordusuyla karşıaştığı zaman savaşın nasıl sonuçlanacağını kimse bilmiyordu; Çinliler galip gelirse Türkler belki herşeylerini kaybedeceklerdi. Araplar galip gelirse en azından Çinliler' den intikamlarını alabileceklerini düşünüyorlardı.

"Müslümanlar' ın Çin ordusu karşısında zorlanmaya başladığını görünce emrindeki Türk süvari birliklerini savaş meydanına soktu. Yandan ve arkadan birdenbire müthiş bir ok yağmuruna tutulan Çin ordusu neye uğradığını şaşırdışar. Ama arkalarında Türkler' in kılıç ve mızraklarından adeta kalın bir duvar vardı."

Talas Meydan Savaşı başladığı zaman Arap ordusu Çinliler üzerine taarruz etti. Fakat Çinliler sayıca çok üstündü, Araplar da henüz hiç bilmedikleri bir milletle savaşıyorlardı. Bu yüzden durum onlar için çok zor olmaya başlamıştı. Tam bu sırada Karluk Bey' i savaşı bir tepeden seyrediyor ve Araplar' ın galip gelmesini istiyordu. Müslümanlar' ın Çin ordusu karşısında zorlanmaya başladığını görünce emrindeki Türk süvari birliklerini savaş meydanına soktu. Yandan ve arkadan birdenbire müthiş bir ok yağmuruna tutulan Çin ordusu neye uğradığını şaşırdışar. Ama arkalarında Türkler' in kılıç ve mızraklarından adeta kalın bir duvar vardı. O gün akşama kadar Araplar' la Karluklar büyük Çin ordusunun tamamını yokettiler.

Talas Meydan Savaşı' nın sonucu olarak Müslümanlık Maveraünnehr' de tutunmuş ve Türkler de Çin tehlikesinden uzun bir zaman için kurtulmuş oldular. Artık Araplar' la barışmaz bir düşmanlıkları yoktu, onlarla daha müsaid şartlarda ilişki kurabilirlerdi. Araplar Maveraünnehr' e geldikleri zaman Türkler' in yüksek ahlaki meziyetlere, büyük bir idarecilik ve askerlik maharetine sahip olduklarını görmüşlerdi. Bunların şöhreti ta uzak İslam beldelerine kadar yayılıyor, herkes Türkler' den bahsediyordu. Müslümanlar arasında, Türkler İslamiyet' e girdikleri taktirde artık hiçbir gücün İslam' a karşı çıkmayacağı inancı doğmuştu. Niteler' le ilgili övgülü ve müjdeli sözler söylediğini rivayet ediyor, hatta bazı Kur' an ayetlerinde Türkler' in ima edildiği söyleniyordu. Kur' an' da adı geçen Zülkarneyn' in Oğuz Kağan olduğu söylenilmiştir. Ayrıca, Kaşgarlı Mahmud' un yazdığına göre, Peygamber' in şöyle dediği rivayet olunmuştur:

"Cenab-ı Hak diyorki: Benim Türk adını verdiğim Doğu' da yerleştirdiğim askerim vardır ki, herhangi bir kavme karşı gazaba gelecek olursam Türk askerlerimi o kavme hücum ettiririm". Yine bunun gibi; "Türk dilini öğreniniz, çünkü Türkler' in çok zaman sürecek bir hakiimiyetleri vardır."

Arap edebiyatçıları ve tarihçileri de Türkler hakkında övgü dolu şeyler yazmışlardır. Bunlardan biri olan Cahiz, Türkler' in Faziletleri adlı kitabında şöyle diyor:

"Savaş sanatı Türk' ebilgi tecrübe, siyaset ve sair yüksek vasıflar kazandırmıştır. Türk daima sözünde durur ve hile bilmez. Türk Hakanı hileyi sadece savaşta da olsa yapmak zorunda kaldığını üzülerek belirtir ve iki yüzlü olanları daima en kötü insan sayar... Arap ordularını Türkler kadar titreten başka bir millet yoktur. Türkler daima saylarına iftihar ederler, vatanlarına ve dillerine çok bağlıdırlar. Düşmanlar esir alınca onlara iyilik ve ikram eder, alicenablık gösterirler."

Dokuzuncu Yüzyıl' ın ortalarında artık Abbasi ordularına çok sayıda Türk vardı. Abbasiler birçok Türkleri İslam-Bizans sınırına yerleştirerek onları Hıristiyanlar' a karşı İslam dünyasının sınır bekçileri yaptılar. Böylece Türkler, Selçuklu akınından çok önceleri Anadolu' ya gelmiş ve oralarda yerleşmiş oluyorlardı. Bizim halkımızın çok okuduğu ve sevdiği Battal Gazi Destanı işte bu sınır gazisi akıncı Türkler devrinden kalma bir destandır. Eski tarihlerin pekçoğunda Türkler' in Müslüman oluşları Karahanlı devrine aid bir hadise olarak gösterilir. Bunun sebebi, Karahanlılar zamanında çok büyük sayıda Türk kitlelerinin bir anda İslam' a girmiş olmaları ve en büyük Türk Devleti olan Karahanlılar Devleti' nin resmen Müslümanlığı kabul etmesidir. Bugün Türkistan Türkleri tarfından hala okunan bir hikayeye göre, Hazret-i Muhammed Mirac' a çıktığı zaman orada peygamberler arasında bulunan, fakat kendisi peygamber olmayan bir adam görmüş ve Cebrail' e bunun kim olduğunu sormuştu.

Cebrail, bu zatın 333 yıl sonra Türkistan' ı İslam' a sokacak olan Satuk Buğra Han' ın ruhu olduğunu söyledi. Hazret-i Peygamber buna çok sevinerek Buğra Han için dua etti. Peygamber' in ashabı da Satuk Buğra' yı görek istemişlerdi. Peygamber bu istediği kabul edince birden başlarında Türk külahı (börk) olan silahlı kırk atlı yaklaşarak Peygamber' e ve ashabına selam verdiler. Bunlar Buğra Han ile arkadaşlarının ruhları idi. Aradan yüzlerce yıl geçtikten sonra bir gün Samanoğlu hükümdarı Ebu Nasr, peygamber' i rüyasında gördü ve ondan şu sözleri işitti:

"Kalk, Türkistan yolunu tut. Oranın Tigin' i Satuk Buğra Han Müslüman olmak için seni bekliyor."

"Türkler' in İslam Dini' ni fazla bir güçlük çekmeden seve seve kabul ettikleri muhakkaktır. Bu kolaylıkla onların Gök-Tanrı dinleriyle İslamiyet arasında birtakım benzerliklerin bulunması da önemli rol oynamıştır. Türkler' in eskiden Tek Tanrı ile bitlikte cennet ve cehennem' e inandıklarını biliyoruz."

Bunun üzerine Ebu Nasr kervanla yola çıktı. Endican' a geldiği zaman, o zaman on iki yaşına varmış bulunan Satuk Buğra ile görüştü ve ona Müslümanlığı öğretti. Satuk Buğra Han Müslüman olduktan sonra "Abdülkerim" ismini almıştır. Artık bütün Asya' da Çin sınırlarını da aşan bir İslamlaştırma hareketi başlayacak ve Türkler' in Avrupa' da eriyip kaybolan kolları dışında bütün Tük Dünyaı, Müslüman olacaktır.

Türkler' in İslam Dini' ni fazla bir güçlük çekmeden seve seve kabul ettikleri muhakkaktır. Bu kolaylıkla onların Gök-Tanrı dinleriyle İslamiyet arasında birtakım benzerliklerin bulunması da önemli rol oynamıştır. Türkler' in eskiden Tek Tanrı ile bitlikte cennet ve cehennem' e inandıklarını biliyoruz. Üstelik İslam' ın gaza ve cihada verdiği önem onların hayatlarına ve dünya görüşlerine de çok uygun düşüyordu. Türkler dünyanın idaresinin Tanrı tarafından kendilerine ısmarlandığına inanırlardı. İslam' a girmekle onlar Allah' ın askeri oluyorlar, ellerine hiçbir yerde bulamayacakları eşsiz bir dayanak geçirmiş oluyorlardı. Türkler' in Müslüman olmaları hem İslam tarihi, hem de Türk tarihi bakımından, dolayısiyle bütün dünya için pek önemnli bi,r olaydır. Bu sayede Türkler birliğe kavuşmuş ve eriyip yok olmaktan kurtulmuşlardır. Bugün yeryüzünde Müslüman olmayan Türk yoktur, ve Müslüman olunca kendini kaybedip yok olan bir Türk topluluğu mevcut değildir.

Ama Türk soyundan gelmiş birçok topluluklar vardır ki, bunlar İslam' dan başka dinlere girmekle hem dillerini, hem köklerini unutmuşlar; tamamen karakter değiştirerek kaybolup gitmişlerdir. Tuna Bulgarları bunun tipik misalidir; bambaşka bir millet olmuşlardır. Şimdiki Bulgarlar' ın Türklük' le en ufak bir ilişkisi kalmamıştır. İslam olmaları sayesinde Türkler kendilerini tarih sahnesinde üstün millet olarak devam ettirmenin de bir yolunu buldular. Bir defa, Müslüman olunca, o sırada teşekkül halinde bulunan İslam medeniyetine katıldılar ve bu medeniyet oluşturan üç milletten (Araplar ve İranlılar' la birlikte) biri oldular. İslam cebhesine girmiş olmaları onları Asya bozkırlarında Yakındoğu' ya getirdi ve orada yerleşip kalmalarına sebep oldu. Bu suretle Türkler tutunabilecekleri bir bölgeye geldiler. Bizim Orta Asya' da kalan amca çocuklarımız adeta bir çıkmaz sokak içinde kalmışlar, eski medeniyetlerini bitirip tükettikten sonra herhangi bir gelişme fırsatı bulamışlardır.

Öbür yandan İslam alemi de Türkler' in katılmasıyla taze bir kan ve can buldu. Türkler İslam' ı kendileri için bir milli din haline getirdiler, bütün benlik ve samimiyetleriyle bu dine sarılarak On birinci Yüzyıl' dan itibaren İslam Dünyası' nın bütün düşman kuvvetlere karşı korunması işini tek başına yüklendiler. İslamiyet devrine kadar Türkler her türlü yüksek meziyete sahip olan, fakat henüz dünyada kendi yerini tam bulamamış olan bir milletti. İslam, onun yolunu aydınlatan bir ışık oldu ve Türk milleti bu ışığı takip ettikçe hep yükseldi.

KAYNAK: Tarihte Türkler-Prof.Dr.Erol Güngör
Sayfa-63,64,65,66,67,68,69-Ötüken Yayınları

SELAM OLSUN OĞUZ KAYI BOYUNA SELAM OLSUN AVLAMIŞ KÖYÜNÜN TAŞINA TOPRAĞINA KURDUNA KUŞUNA  
 

Şeyh EDEBALİ'den Osman Gazi'ye Nasihat ..... “

Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.. Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz. Oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır. İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir... Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler. En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!.. Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!.. Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...

 
Facebook beğen  
 
 
 
 

 

İstiklâl Marşı Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır parlayacak! O benimdir, o benim milletimindir ancak! Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal. Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım; Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar. Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar, 'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın, Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı. Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ. Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli: Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli! Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli- Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım. Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım; Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım! Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl; Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet, Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!


 
Bugün 36498 ziyaretçikişi burdaydı!
ESYÖRÜK Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol