ESKİŞEHİR YÖRÜKLER DERNEĞİ 2014 ESYÖRÜK
 
eskisehiryoruklerdernegi
EY ERTUĞRULUN EVLADI..! KAYA GİBİ SERT KAYI GİBİ MERT OLASIN...!!  
  ESKİŞEHİR YÖRÜKLER DERNEĞİ-
  AVLAMIŞ KÖYÜ YÖRÜKLERİ
  OSMANLI
  OSMANLI PADİŞAHLARI
  HABER YÖRÜK ESKİŞEHİR
  İLETİŞİM
  BÜYÜK TÜRK TARİHİ
  ŞİİR KÖŞESİ
  MAKALE VE YAZILAR
  TÜRKMENELİ KERKÜK
  VASİYETLER
  KAN BANKASI
  TÜRK TÜRKÜ SÖYLER
  NEVRUZ
  ARAMIZDAN AYRILANLAR
  ETKİNLİKLERİMİZ
  ÇANAKKALE SAVAŞI
  SEBETAYCILAR
  DİNİ BİLGİLER
  DÜŞÜNDÜREN SÖZLER
  EĞLENCELİK FIKRALAR
  BASINDA YÖRÜKLER
  YÖRÜKLER HAKKINDA
  => Yörük Oyunları
  => Yörüklerde Dokumacılık
  => Yörüklerin Soyağacı
  => Yörüklerin Anavatanı
  => Yörük Çadırları
Yörük Çadırları
TÜRK ÇADIRLARI

cadir.jpg (27530 bytes)
 
Türklerin bundan bin beş yüz yıl önce orta Asya’da, iklimve coğrafi şartların icabı olarak, umumiyetle göçebe bir hayat yaşadıklarımalumdur. Öyle göçebe bir gayet ki, bu hayatı yaşınlar yazı yazmasını biliyorlarve kervan ticareti yapıyorlardı. Göçebe hayatı yaşıyan Türkler,iyi ahlaklıolmayı, yoksullara yardım etmeyi seviyorlar ve bunu en büyük faziletler arasındasayıyorlardı. Ortaçağdaki göçebe Türk cemiyetlerinde, çok zengin bir asılzadelersınıf, her hususta hür olan halk tabakası ve nihayet kara halk denilen, esirlerdenmürekkep aşağı tabaka vardı. İşaret edildiği üzere, Türk göçebe cemiyetindemedeni hayatın mürekkep manzarası ve birçok müesseseleri görülmektedir. Türkler,hep çadırlarda doğmuşlar ve buralarda yaşayıp ölmüşlerdir. Eski Türkler çadıraotak (otağ) adını veriyorlardı ki, bugünkü oda sözü buradan gelmektedir. Otağismi çadır manasında olarak, Selçuklularda ve beyliklerde olduğu gibi,Osmanlılar’da da kullanılmıştır. Çadır kelimesine gelince, bu da 
İşte, birçok Avrupalı alimlerin de tasdik ettikleri üzere,doğuştan asker,  teşkilatçı ve idareciolan
Yukarı orta çağda, Orta Asya’nın engin bozkırlarındayaşıyan Türklerin çadırları, keçeden mamuldü. Şekli yuvarlak olup, sağlamkazıklarla yere raptedilmişti. Alelade halk çadırları sekiz on kişi alçakbüyüklükte idi. Asılzadeler olan beylerin ve hanların muhtelif şekil vebüyüklükte otağ yani çadırları vardı. Bunlardan kırmızı atlas veya ipektenyapılmış büyük otağlar elli, yüz kişi alırdı ki, burada resmi toplantılaryapılır, ziyafetler verilirdi. Renk renk kıymetli kumaşlar ve ipeklilerle süslenmişolan bu otağlar, bazı samanlarda ziyafetten sonra içindeki kıymetli eşya ile birlikteziyafeti veren han veya beyin müsaadesiyle yağmalanırdı. Yağma esnasında han veyabey, varsa oğulları ve katunu ile beraber otağdan uzaklaşırdı. Otağı yağmaedenler, yağmayı müteakip han veya beyin huzuruna vararak onu selamlarlar. veyağmaladıkları eşya ile birlikte kendi yerlerine giderlerdi. İşte  eski Türklerdeki yağmalı şölenin aslıbudur. İranlılar, Türklerde gördükleri bu adeta han-ı yağma (yani yağma sofrası)adını vermişlerdir.
 
 
 
cadir2.jpg (17565 bytes)
 
Çadır, Türkler tarafından o kadar sevilmiş ve iona o kadaralışılmıştı ki, yabancı ülkelerde bulunan ve evlerde oturan Türkler çadırdayaşamın hasretini çekmişlerdir. Şaphesiz ki, onlar çadıra, hür ve serbestyaşamanın hasretini çekmişlerdir. Şüphesiz ki, onlar çadıra, hür ve serbestyaşamının bir timsali nazariyle bakıyorlardı. Yedinci asrın başlarında Çin’debir müddet yaşıyan bir Gök Türk şehzadesi, kendisine tahsis edilen muhteşem birbinada kalmak istemeyerek, bu binanın bahçesine kurduğu bir çadırda oturmuştur. EskiTürklerin
çadırları, elbiseleri gibi, umumiyetle ak idi. Ancak köle vecariyeleridir ki, kara çadırda yaşarlardı. Büyüklerin çadırlarından bazılarıal, kırmızı ve turuncu idi.
Arap müelliflerine göre, Peygamberimiz, hayatının sonzamanlarında Türk çadırında oturmuş ve bu çadırı çok sevmiştir.
Osmanlı Türklerinin çadırları da Orta Asyalıatalarınınkinden farksızdı. Osmanlı hükümdarlarının büyük ve muhteşemçadırları vardı ki, buna otağ-ı hümayun denilirdi. Otağ-ı hümayun seferlerde, avve gezintilerde kullanılırdı. Fevkalade müzeyyen, işlemeli ve süslü olan otağ-ıhümayunlar müteaddit kısımlara ayrılmıştı.
Otağ-ı hümayunların rengi kırmızı idi ve Osmanlıordusunda padişah, şehzadeler, vezir ve beylerbeyilerden başkası bu renkte çadırkullanamazlardı. Padişah otağlarından Kanuni  SultanSüleyman’ın 1566 da yaptığı Sigetvar seferindeki otağı pek mükellef olup yedidirekli idi. Bu hükümdarın nişancısı ve müverrihi Celalzade, bu otağı pek edibanebir surette tasvir etmiştir. Onun bu tasvirinden anlaşılıyor ki, Kanuni’nin otağı,renkli şerit ve sırma saçaklarla süslenmişti. Padişah otağlarının nezaretinehayme mehterleri adı verilen bir cemaat bakardı. Bu cemaat oda tabir edilen dört kısmaayrılmıştı. Padişahlar sefere veya herhangi uzakça bir mahalle gidecekleri vakitDavutpaşa, Çırpıcı çayırı ve Üsküdar’daki Doğancılar meydanına haymemehterleri daha önce hareket ederek otağlar kurarlardı. Seferlerde iki otağbulundurulması adet idi. Bunlardan birisinde bizzat hükümdar oturur, diğeri detuğlarla beraber daha ilerdeki menzilde kurulurdu. Tuğlarla otağ-ı hümayunu naklememur edilenlerin başlarına, konakçı başı denilirdi ki, bunlardan bazıları beylerbeyi rütbesini haizdi.
Asker çadırlarına gelince, bunlar mahruti şekilde olup,pamuktan yapılmıştı. Renkleri beyazdı.
SELAM OLSUN OĞUZ KAYI BOYUNA SELAM OLSUN AVLAMIŞ KÖYÜNÜN TAŞINA TOPRAĞINA KURDUNA KUŞUNA  
 

Şeyh EDEBALİ'den Osman Gazi'ye Nasihat ..... “

Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.. Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz. Oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır. İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir... Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler. En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!.. Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!.. Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...

 
Facebook beğen  
 
 
 
 

 

İstiklâl Marşı Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır parlayacak! O benimdir, o benim milletimindir ancak! Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal. Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım; Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar. Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar, 'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın, Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı. Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ. Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli: Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli! Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli- Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım. Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım; Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım! Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl; Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet, Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!


 
Bugün 36473 ziyaretçikişi burdaydı!
ESYÖRÜK Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol