ESKİŞEHİR YÖRÜKLER DERNEĞİ 2014 ESYÖRÜK
 
eskisehiryoruklerdernegi
EY ERTUĞRULUN EVLADI..! KAYA GİBİ SERT KAYI GİBİ MERT OLASIN...!!  
  ESKİŞEHİR YÖRÜKLER DERNEĞİ-
  => Köy Tanıtımı
  => Eskişehir Gazeteleri
  => Köyden Haberler
  => Röportajlar
  => Dernek Yetkili Kurulları
  => Dernek Tarihçemiz
  => Amacımız
  AVLAMIŞ KÖYÜ YÖRÜKLERİ
  OSMANLI
  OSMANLI PADİŞAHLARI
  HABER YÖRÜK ESKİŞEHİR
  İLETİŞİM
  BÜYÜK TÜRK TARİHİ
  ŞİİR KÖŞESİ
  MAKALE VE YAZILAR
  TÜRKMENELİ KERKÜK
  VASİYETLER
  KAN BANKASI
  TÜRK TÜRKÜ SÖYLER
  NEVRUZ
  ARAMIZDAN AYRILANLAR
  ETKİNLİKLERİMİZ
  ÇANAKKALE SAVAŞI
  SEBETAYCILAR
  DİNİ BİLGİLER
  DÜŞÜNDÜREN SÖZLER
  EĞLENCELİK FIKRALAR
  BASINDA YÖRÜKLER
  YÖRÜKLER HAKKINDA
ESKİŞEHİR YÖRÜKLER DERNEĞİ-

 

Kendini Gözden Geçir



Bazı arkadaşlarımızın  yörükler ile ilgili haberlere yaptıkları yorumları okuduktan sonra Yörüklerin geleneklerini unuttukları, güzel karakterlerini yitirmeye başladıklarını görüyorum. Yorum değil hakaret içeren yazıları da tasvip etmediğimi vurgulamak istiyorum. İlkelerimize uymadığı için de yayınlamadığımız belirteyim.

“Uzayan kol bizden olsun” diyemiyorsan kendini gözden geçir. Hiçbir siyasi parti, kurulan Sivil Toplum Kuruluşlarımız ve Kanaat önderlerimizi karşısına alıp Türkiye ve Dünya olayları ile ilgili fikirlerini sormuyorsa kendini gözden geçir.

Milletvekili sıralamaları ve tekliflerinde Sivil Toplum Kuruluşlarımızın önerilerine partiler ihtiyaç duymuyorsa kendini gözden geçir.

Kabahati elde aramak kolay ya kendi kabahatlerin ne olacak? Hangi işini mükemmel yaptın? Sevgini yitirmişsin, birlik ve beraberlik diyerek ayrıma düştüğünün, düşürdüğünün farkına ne zaman varacaksın? Toplum seni terk etti. Hatta kendi kültürünün insanları bile sen konuşmaya başlayınca rahatsız oluyor.

Konuşan dil; 3 kata 7 denize hükmeden dil değil.

Konuşan dil, asırlar boyunca tüm dinlere, tüm renklere, tüm dillere özgürlük veren büyük milletin dili değil.

Kilisesi olmayana kilise bile yaptıran insana insan olduğu için değer veren önce insanım, sonra Türküm, önce insanım, sonra Müslüman’ım diyen anlayışla bağdaşmıyor.

Osmanlı’yı biz nasıl kaybettik? Milliyetçilik ateşlerini körükleyenlere adil davranıp, çözümler üretmek yerine ırk milliyetçiliği ile sipe sivri giderek? Batı’da yetişen Jön Türklerin, o zamanki tutum ve çalışmalarıyla değil mi? Kısacası kuru kuruya Türk Milliyetçiliği yaparak “yürüyen arabanın okunu kırdık”, yürüyemez hale getirdik.

Ey Koca Yörük, Ey Türkmen Kocası aklını başına al. Ya kucaklayıcı üst perdeden siyasetini geliştir, (siyasette güç senin şu ana kadar uyguladığın şekilde elde edilmiyor, edilseydi bugün böyle olunmazdı.) Ya da düşman oyunlarına alet olma.

Yoksa Türkiye’nin büyüklüğünden sende mi memnun değilsin? Burası büyük devletimizin 25’te biri. Daha küçük, Anadolu içine sıkışmış, Dünya da rekabetten düşmüş bir Türkiye mi istiyorsun?

Yoksa Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu da savaşın Kartalı, Barışın Güvercini Güçlü Türkiye Cumhuriyeti mi?

Kendi evlatlarına saldıracak kadar parti tabela düşmanlığı yakışır mı Büyük medeniyetler kurmuş bir kültürün çocuğuna? Yazdıklarınızı okuyunca şaşırmamak elde değil. Gözünüzü kan bürümüş neredeyse katliam yapacaksınız.

Lütfen Şeyh Edebali’yi okuyun ve önce hayatınızda uygulayın. Ertuğrul Beyi, Osman Beyi, okuyun ve hayatınızda onların söylediklerinden kaç tanesi yer tutmuş bir bakın. Yunus Emre ve Mevlana ya bakın, yaşantılarına sözlerine bakın. Büyük devlet büyük millet nasıl olur oradan ders çıkarın. Nasıl sevimsiz, başarısız itilmiş, kakılmış olunur onu da yapmak zorunda değilsiniz. Siz bu yüce milletin şerefli evlatlarısınız. Titreyin ve kendinize dönün.

Uzayan kol bizden olsun demiyorsan ben sana daha ne diyeyim?

Millet bizi anlamıyor diyeceğine, biz milleti neden anlayamıyoruz desen daha iyi olmaz mı?

Diyemiyorsan Kendini Gözden Geçir…

M.Kiziroğlu
Kardeş Kavgası


80 öncesi…
Büyük bir şehrin valisi olan bir zat Demirel tarafından milletvekili seçimlerine katılmak üzere Ankara’ya davet edilir.
Vali bey istifasını verip aday adaylığı için başvurusunu yaptığı gün, parti içinde vali hakkında dedikodu furyası da başlar.
Aslında kitle partilerinde adettir bu.
Listede kimin yeri garanti ise onun hakkında aslı astarı olmayan gayr-i ahlaki ilişkiler dosyası servise konulur.
Ama çiçeği burnunda parlamenter adayı vali beyimiz bu duruma hiç mi hiç alışık değildir.
Öyle parti içi mücadelelerde saf tutacak kadar cesur bir yüreğe ve iflah olmaz bir şövalye ruhuna da sahip değildir.
Valinin bu zaafını anlayan rakipleri de onun yumuşak karnından vurarak keyfe gelmektedir. Gün gelir dedikodular öylesine yayılır ki, dedikodu olmaktan çıkar ve valinin haysiyetini lekeleyecek derecede iftiraya dönüşür…

Demirel’i n Güniz Sokak’taki kapısına dayanır

Ailesi ile arasının açılma noktasına gelen sabık vali dayanamaz ve şahsına karşı girişilen bu asimetrik psikolojik savaşın kurşun askerlerini şikâyet etmek için Demirel’i n Güniz Sokak’taki kapısına dayanır.
-Beyefendi… der
-Ben daha düne kadar bu partide herkesi kardeş sanıyordum. Ne olmuş böyle, herkes birbirini yiyor!..
Demirel gayet sakin bir şekilde Valiye döner ve
- Vali Bey der… Unutmayın ki, Habil’le Kabil de kardeşti (!)
Demirel cephesinden bakınca doğrudur.
Siyaset alanı bir kavga, bir cenk meydanıdır ve bu arenada galip gelmek için yasaların çizdiği sınırları aşmamak şartıyla her türlü yol meşrudur.
Ama siyaset etiği açısından baktığınızda kardeşler arası kazık savaşında kazananın kim olduğundan ziyade, itibarsızlaştırma yoluyla o makamda nasıl oturacağı muvazaalı hale getirildiği vakit kazığın kime girdiğini görebilmektir aslolan.
Sözgelimi Bayezid’le Cem arasındaki mücadelenin mağlubu bellidir de, galibi var mıdır gerçekten?

Sıradan bir taht mücadelesi midir yaşanan?

Yoksa Anadolu’daki yangına odun taşıyan kışkırtmacıların, Osmanoğullarıyla olan hesabını görmek için kurdukları provakatif bir düzenin acı neticesi miydi bunca olan biten…
Mikro anlamda aynı tahta göz diken iki kardeş arasındaki taht mücadelesi gibi görünse de evrensel ölçekte bakıldığında nizam-ı âlem için yola çıkmış, aynı idealleri ve aynı gayeyi taşıyan Müslüman devlet adamlarının hâkimiyet mücadelesi değil miydi iki kardeşi karşı karşıya getiren?
Osmanlı hâkimiyetini Karamanoğlu Kasım Bey’in bir türlü kabullenememesi değil midir bunca değerli devlet adamının kıyımına neden olan.
Yüz küsur sene önce Timur belasını Osmanlı’nın başına saran Türkmen beyleri gibi Karamanoğlu Kasım Bey de aynı hırsın kurbanı olurken tarih sahnesinde sadece oyuncular değişmiş; roller hep aynı kalmıştır.

O gün başrolde Timur’la Yıldırım Bayezid vardı.

Şimdi ise Şehzade Cem ile ağabeyi İkinci Bayezid.
Ogün Yıldırım Bayezid’in tahrikçileri rolünü Timur’dan kaçan Karakoyunlu ve Celayirli beyleri oynarken, şimdi bu rolü Fatih’in ölümünden sonra Cem’i destekleyen vezir-i azam Karamani Mehmed Paşa’yı parçalayan İshak Paşa ve devşirme Paşalar güruhu oynamaktadır.
O gün Timur’un tahrikçiliğini Karamanoğlu, Aydınoğlu, Menteşeoğlu, Germiyanoğlu, Saruhanoğlu ve Candaroğlu yaparken şimdi bu iş Karamanoğlu Kasım Bey ile Ankara Valisi Mahmud Bey’e düşmüştür.
O gün hain rolünü üstlenenler savaş sırasında Timur’un cephesine geçen Osmanlı Ordusu’ndaki menteşe oğulları, Germiyanoğulları, Saruhanoğulları Beyleri ile Kara Tatarlardan meydana gelirken şimdi bu görev Gedik Ahmet Paşa’ya verilmiştir.
Neticede kader hükmünü vermiş, her iki olayda da bir taraf kazanırken diğer taraf kaybetmişti görünürde.
Ama gelin görün ki ideallerin gerçekleşmesi noktasında bu anlamsız savaşların gerçek bir galibi yoktu ortada.

Mağluplar da galipler de nefislerinin esiri olmuştu sonuçta.

Yıldırım Bayezid’in esir düşmesi ile yaşanan felaketin tesirleri sadece Osmanlı coğrafyasını kuşatmakla kalmamış, topyekün insanlık âlemi bu olaydan nasibini almıştır.
Osmanlı’nın başsız bırakılmasıyla yaşanan fetret sadece Anadolu’yla sınırlı kalmamış, fetihlerin kesilmesi; bir yandan Kilisenin dogmaları, diğer yandan derebeylerin ceberut baskısı altında inim inim inleyen Ortaçağ karanlığındaki Hıristiyan Dünyasının İslam medeniyetinin hızla yayılan ışığından mahrum edilmesini netice vermiştir.
Fetret devrinden sonra Osmanlı’nın yeniden toparlanıp Anadolu’da birliği, Balkanlar’da dirliği tesis etmesi için gösterilen çaba onlarca yıl sürmüştür.
Bu uzun sürede Anadolu’daki Türk Beyleri yeniden bir bayrak altına altınmış, evrensel bir düzen tesis eden efsane Osmanlı Sultanı Fatih tarafından İstanbul fethedilmiş, insanlığın gelişmesinin önündeki en büyük engel olan köhne Bizans’ın tefessüh etmiş çöküntüleri kaldırılmış, Otranto’ya kadar gidilerek Rim Papa’nın yüreğine korku salınmış, Akdeniz’de elde edilen başarılarla Rodos Şövalyelerinin uykuları kaçırılmıştır.

Durum böyleyken Fatih’in ölümü ile kardeşler arasında çıkan taht mücadelesi Papanın da şövalyelerin de yüreğine su serpmiştir.

İki kardeş arasında meydana gelen kanlı çarpışmayı Hıristiyan dünyasının liderleri ellerini ovuşturarak seyrederken, dün Otranto önlerinde destan yazan Gedik Ahmet Paşa gibi bir kahraman bugün iki ateş arasında ne yöne gideceğini bilemez bir vaziyette çırpınmış durmuş, sonunda ya devlet başa ya kuzgun leşe diyerek gönülden sevdiği Şehzade Cem’i bırakarak hain damgası yeme pahasına da olsa, saltanatın bekası için Bayezid’in yanına geçmeği tercih etmiştir.
Kaybedenlerin sonu hep hüsran olmuştur.
Bu olayları bize aktaran müverrihler de, bir kese altın, bir samur kürk uğruna saltanata karşı çıkanları hain, sevk edenleri münafık, padişah efendi hazretlerine muhalefet edenleri mel’un olarak nitelemişlerdir.
Birilerinin yaptığı gibi tarihi popülerize etme adına, geçmiş zaman mahkemeleri kurarak yaşanmış bitmiş olayların kahramanlarını yargılama soytarılığına soyunacak değiliz.
Biz ancak kalemimizin gücü nispetinde olan biteni aktarmakla mükellefiz.
Olan bitene gelince…
Demirel’in valiye dediği gibi Habil, Kabil’in kardeşiydi; Kabil de Habil’in…
Cem, Bayezid’in kardeşiydi. Bayezid de Cem’in…
Hepsi bu…
Onlar birbirini yedi.
Akbabalar sevindi.
Kıssa bizden.
Hisse sizden!…

Prof. Dr. Mehmet İpçioğlu
KAYNAK: Osmanlı Araştırmaları


 


 YÖRÜK VE TÜRKMENLER SİYASETİN NERESİNDE

Yörük ve Türkmen dernekleri yaklaşık 30 yıldır faaliyet göstermekte. Ülkemizde bu doğrultuda kurulan kültür dernekleri 600 aşmıştır. Bunlarda çoğunluğu Federasyonlar bünyelerinde bölgelerinde birleşmişler. Federasyonların birleşmesiyle Konfederasyon oluşturmuşlardır. Bütün derneklerin 2 milyon civarında üyesi bulunmaktadır. Siyasete örgütlü etkisi % 5’le başlar, partiler çadırı büyük tutar herkes girebilirse, çok çalışılırsa % 10’u aşan destek sağlanabilir. Ancak; Yörükler ve Türkmenler fakir ve yoksul insanlar olduklarından örgütlenme, faaliyetlerinde, kültürlerini savunmada, yani ticarette ve siyasette yetersiz kalmaktadırlar. Fakat güçleri lehte, aleyhte, oy vermeye yetmektedir.

Yörük ve Türkmenlerin önem verdiği; Büyük sözler, atasözleri, deyimler, maniler, türküler bir gerçekten yola çıkılır yılların tecrübesi bilgisi eklenir öyle söylenir.

Osmanlı padişahı; Yavuz Sultan selim demiş ki. Yâdlar ve Tadlar dersi saadete (Padişahlığa, Devlete, hükümete) ya mal ya makam uma gelir. Oğuzlar ise (oğuzun 24 boyu, Yörük Türkmenler) ise; ya can ya mal vere gelir demiştir. Yaklaşık 200 yıldır ana doluda söylenen türkü; gara çadır ismi tutar, altın gümüş pasmı tutar, eloğlu ölmüş elkızı yas mı tutar. Zenginimiz bedel öder, askerimiz fakirdendir, cephede ölen ya memet ya memiştir. Böyle giderken. Kurtuluşun ve Kuruluşun mimarı gazi Mustafa Kemal Atatürk cephede Yörüklerin ve Türkmenlerin yokluk içinde mücadelesini görmüş, ürettiğiyle insanlarımızı doyurduğunu görmüş, bağımsızlık sevdasını görmüş ve( köylü milletin efendisidir) demiş. Ama atamızı dinleyen olmamıştır.

Dün olduğu gibi; Yörükleri ve Türkmenleri; tarlada çiftçi, fabrikada işçi, dağda çoban, askerde er, dairede hizmetçi gören anlayış, sürmektedir. Oysa Cumhuriyet herkesin Milletvekili, Bakan, Başbakan, Cumhurbaşkanı olabilme şansının olmasıdır, demokrasi iktidarın hesap verme, muhalefetin ve halkın hesap sormasıdır. Bütün bunlar herkesin yönetimde olabilmesi içindir. Buradan yola çıkarak. Yörük ve Türkmenlerde yöneten olsun mu? Denirse, partiler Yörük Türkmen’in dertlerini bilen çare arayanları, kültürünü yaşatmak isteyenleri, Yörüklerin önderlerini aday etmiş mi dir? Bunu siyasi partilerin aday listelerine bakınca göreceksiniz. O zaman Yörük ve Türkmenler aday edilmedilerse, o partiler bizim midir? Bizimse neden Yörük ve Türkmenler seçilme, Yöneten olma hakkı verilmez.


Elbette ki yıllardır Yörüklerin önderleri birikmiş sorunları çözmek isteyenler, aday olmak istemişler. Siyasetçiler bunu kullanmış aday edeceğiz diye vaat etmişler. Listeler açıklanınca kandırıldıklarını anlayan geçmişteki Yörük önderleri. Yeni vaatlere inanmamış. Kimsenin kimseye güvenmediği siyasette ağzı sütten yandığından teslim olmamıştır. Siyasetçilerde; samimi olarak gelin kardeşlerim. Sizlerinde sorunlarınız var çareyi mecliste arayın. Önderlerinizi belirleyin kendinizi ifade edin. Dememişlerdir. Deseler de yarım ağızla demişler güven vermemişler ya da Yörük Türkmen dernekleri yöneticilerini adam yerine koyun adayınızı belirleyin dememişlerdir. Derneklerin iç işlerine karışmaya kalkmışlardır. Biz köy yerinde biliriz ki ( tosun başından bağlanır, kuyruğundan değil)

Derneklerimize, Yörüklere ve Türkmenlere, kültürüne, insanımızın işine, aşına, eğitimine, istikbaline, emek veremeyen, derdini dert edinip çare aramayan, emekte olmayıp yemekte olma tamahkârı olup, Yörük kökünden geldiğini söyleyip Yörüklüğe hizmet etmeyenlere, tanımadıklarımıza, sarılar partilere de rastlanılmaktadır. Bunların kendilerini kandırdığı seçim sonuçlarında görülecektir.
Netice itibariyle Değişen bir şey yok. Yörüklerin genel kanısı bizi tanımayanı bizde tanımayız, Bizim parti; emek verenlerimizden, önderlerimizden, yöneticilik yapanlarımızdan hepimizin tanıdığı, Yörük ve Türkmen olup kendi aramızda belirlediğimiz ismi adam yerine koyup aday edendir, demektedirler. Yörüğün kökünden geldiğini söyleyip; başkasına hizmet edenler, bizim adayımız değil, aday edenlerin adayıdır. Elin olan elindir, bizim olan bizimdir. Demektedirler.

Yörüğüm, Türkmenim diyen kardeşlerimiz önce kendi partilerine baksın var mıyız, yok muyuz diye, sonda diğer partilere baksınlar var mıyız, yok muyuz diye. Ondan sonra karar versinler, seçimlerde; var mı olacağız, yok mu olacağız. Bu seçimde Yörük sırtından kurban kestirmeyelim, olmayacak duaya âmin demeyelim. Bırakın bizsiz başlayanlar bizsiz devam etsinler.


Kalan dar zamanda aklını başına toplayıp, bu ülkede milyonlarca Yörük Türkmen var. Dernekleri var bağlı üst birlikleri var, önderleri var, emek verenleri var. Onları da adam yerine koyalım, masaya onlarda otursun beraber seçime gidelim, oylarını alalım beraber yönetelim diyenlere saygımız olur. Sonuçta; Bizi destekleyin, ardımızdan gelin diyen partiler, yalnız gidecekler. Ancak; beraber yönetelim, beraber yürüyelim diyen partiyle beraber olacağız beraber yürüyeceğiz. Partiyle birlikte Yörük ve Türkmenleri de seçmiş olacağız. Bu durumda dağı taşı haberdar edilir ve yürünür. Zafere ulaşılır ve bu parti bütün ülkenin partisi olur. Zaten bizim gayemiz bizden de olsun kendimizi en azından ifade edelim diye varlık mücadelemiz yürüsün diyedir.

Sadece Yörükleri; işçi, amele, ırgat, hizmetçi, çoban, çiftçi, er, görüp ülke nimetlerinden mahrum bırakan siyasi partiler bizleri üzmektedir. Çalışıp insanımızı doyurup, askere gidip, vergi verip. Devlete olan görevinizi yapın yeter. Diyen zihniyete dur diyeceğiz; yeni hedefimiz; çok çalışıp, üretip, neslimizin havada pilot, denizde; kaptan, fabrikada; mühendis, hastanede; doktor olmasını sağlayacağız. Ülkeyi yöneten olması için uğraşacağız elimiz helal karda, gözümüz hakiki yarda olacak, ata öğüdümü tutacağız, bize bırakılan, değerlerimizi, varlığımızı, kültürümüzü koruyarak yaşatıp geleceğimize emaneti bırakacağız.

Yörük ve Türkmenler; Âlemi yaradan Allah’ını, Vatanını, Devletini, Bayrağını, Milletini, Doğasını, Hayvanını, Kültürünü sevendir. Bundan korkulup yöneten yapılmıyorsa Yörük ve Türkmenler; bundan vazgeçmez, bırakamaz davasını. Bağımsız ve güçlü devlet, Özgür ve mutlu millet sevdamız, ata kültürünü yaşatma mücadelemiz devam edecek.

Beklerseniz; Adaylar belirlendikten sonra, neticede, derneklerimizin, federasyonlarımızın ve önderlerimizin ve emeği geçenlerimizin ortak görüşüyle Türk Boyları Konfederasyonumuz varmıyız? Yok muyuz? Alçılamasını yapacaktır.

Kalsa da atımızın nalları yolda yırtılsa da çarığımız yürüyeceğiz. Şahsiyetimizle, hürriyet sevdamızla çünkü biz Yörüğüz, Türkmeniz. Güneş batarken ay doğsun ay batarken güneş doğsun üzerinizden aydınlık ve hürriyet sevdası hiç eksik olmasın.

Ramazan Kıvrak




KAYI BOYU VE KARAKEÇİLİLER

Burada Osmanlı devletini kurmuş olan Kayı boyu ile onun bir obası olan Kara Keçili oymağı hakkında umumî mahiyette bilgi arz edilecektir.

Ancak konumuza geçmeden önce “Türk soyu”, Oğuzeli, Türkmen ve Yörük kelimeleri üzerinde biraz fakat anlaşılabilir bilgi vermek, her halde yerinde olacaktır.

X. ve XI. yüzyıllarda Türk soyu Karadeniz’in kuzeyinden Doğu Sibirya’ya kadar uzanan geniş bölgede birçok topluluklar halinde yaşıyordu. Devrin müelliflerine göre bu çok geniş bölgede yaşayan Türk toplulukları, birbirlerinin dillerini kolayca anlıyordu. Bununla beraber bu Türk topluluklarının konuştukları Türkçe arasında bazı mühim olmayan farklar vardı. Meselâ Oğuz Türklerinin Türkçesi daha Orta Asya’da iken “ince ve zarif bir dil olarak tanınıyordu. Bu sebeple Oğuz Türkçesinin Anadolu’da ve bilhassa İstanbul’da ince bir dil haline geldiği şeklindeki iddiaların gerçek ile ilgisi yoktur.

Türk soyunu iyice anlatabilmek için bu soyu ulu bir ağaca benzetebiliriz. Bu ağacın dallarından her biri bir Türk topluluğunu temsil eder. X ve XI. Yüzyıllarda bu ulu ağacın büyük dallan şunlardı: Oğuz, Karluk, Uygur, Kimek ve Peçeneklerdir. Bunlardan Oğuz adını taşıyan el, yani kavim Türkiye Türklerinin atasıdır. Diğer bir deyimle bugünkü Türkiye Türkleri Oğuz Türklerinin torunlarıdır.


X. ve XI. yüzyılda Oğuzlar Seyhun ırmağının aşağı ve orta yatağında yaşıyorlardı. Onlardan bir kısmı yerleşik hayat geçiriyor, adı geçen ırmak kıyısındaki şehir, kasaba ve köylerde oturuyorlardı. XI. ve XII. yüzyıldaki başlıca Oğuz şehirleri şunlardı: Yeni Kend, Cend, Karnak, Sabran, Barçınlığ Kent, Süt Kend, Suğnak ve Karaçuk ve diğerleri. Göçebe Oğuzlar şehirlerde oturan eldaşlarını küçümseyerek onlara ‘yatuk” adını veriyorlardı. Yatuk tenbel demektir. Göçebe Oğuzlara göre şehirlerde oturan Oğuzlar şehirlerinde oturup çiftçilik ticaret ve zanaat ile meşgul oldukları, kendileri gibi yaylak ve kışlaklar arasında yüzlerce kilometrelik mesafeye her yıl inip çıkmak zahmetine katlanmadıklarından onlara yatuk yani tenbel adını vermişlerdi.
Oğuzlar, X. yüzyıl ile XI. Yüzyıl içinde tamamen İslâm dinine girdiler. Bu mühim hâdise asla silah zoru ile olmayıp kendiliğinden vukua geldi. Müslümanlar ile Türkler arasındaki yoğun ticari münasebetleri Türklerin İslâmiyet’i kabul etmelerinde biricik veya en büyük amil olmuştur. İslâmiyet’e giren Oğuzlara komşu Müslümanlar Müslüman Türk manasında olarak Türkmen adını verdiler. Demek ki Türkmen adı Oğuz eline İslâmiyet’i kabul etmesi üzerine verilmiş bir ad olup bu, Oğuzların ikinci kavim adı haline gelmiş ve zamanla her yerde Oğuz’un yerini almıştır. Demek ki Oğuz ve Türkmen XI. yüzyıldan itibaren aynı topluluğun adlarıdır. Türkmen denilince Oğuz’u, Oğuz denilince Türkmen’i anlayacağız. Bu iki isim de Oğuz Türklerinin kavim adlarıdır. Onların soyadı ise Türk ismidir. Meselâ: Oğuz Türkü, Uygur Türkü, Kıpçak Türkü’nün aynı aileye mensup Mustafa Uğurlu, Ahmed Uğurlu ve Mehmed Uğurlu gibi bir manası vardır.


Yörük kelimesine gelince, bunun manası, göçebe hayat yaşayan, konargöçer demektir.

Başka hiç bir manası yoktur. Yörükler de Oğuz eline mensuptur ve bundan asla şüphe edilmemelidir.


Oğuzlar 24 boya ayrılıyorlardı. Kayı, Bayat, Kınık, Avşar, Beydil, Bayındır, Döğer, Salur,
Çepni, Karkın, Döğer bunların en tanınmışlarıdır. Bu 24 boydan 12′si Boz Ok, 12′si de Üç Ok adını taşır. Bütün Oğuz Boylan da Anadolu’ya gelmişler ve bunun bir sonucu olarak yer adları hatıraları bırakmışlardır. Fakat esefle kayd edelim ki, Oğuz boy adlarından birçok yer adı değiştirilmiştir. Bunlar arasında Yozgat bölgesinin adı olan Boz Ok gelir. Vatanımızın en başta gelen tapu senetleri arasında bu adların değiştirilmesi gerçekten üzücü, aynı zamanda hayret vericidir.

Oğuz Türkleri Kınık boyundan Selçuk hanedanının idaresinde Anadolu’yu yurd edinmeye başladılar. Bu yurd edinme 200 yıl kadar sürdü. Oğuzların İslâmiyetten önceki tarihlerinde Kayılar’ın pek mühim bir rol oynadıkları anlaşılıyor. Yabgu unvanını taşıyan birçok Oğuz hükümdarları onlardan çıkmıştır: Meselâ Ala Atlı Kiş Donlu (samur elbiseli) Kayı İnal Han, Tiken Bile Er Biçken Han Tuman Han gibi.

Kayılar Anadolu’nun bir Türk yurdu haline gelmesinde en büyük rolü oynamış boy veya boylardan biridir. XVI. yüzyıla dair Anadolu’daki yer adları bunu açıkça göstermektedir. Bu Kayı yer adları Samsun İskenderun hattının batısından Adalar Denizi’ne kadar olan sahada serpilmiş bir durumdadır. Ertuğrul Gazi’nin idaresindeki 400 çadır olduğu söylenen oymak, Kayı boyunun sadece cüz’i bir parçasını teşkil eder.

Ancak, “Namık Kemal’in cihangirane bir devlet çıkardık, 400 çadırlık bir aşiretten” sözü “Osmanlı hanedanı 400 çadırlık bir Kayı obasından çıkmıştır” şeklinde doğru olabilir. Değilse XIII. yüzyılın sonlarında Türkiye her türlü teşkilât ve müesseseleri ile medeni bir ülke halinde idi:


Ertuğrul Bey’in idaresindeki Kayı obası, birçok Osmanlı müverrihine göre Horasanda, Merv şehrine bağlı Mâhân yöresinde yaşıyordu. Bu rivayetin doğruluğu kabul edilebilir. Zira Moğol istilası üzerine bilhassa Seyhun boylarından Merv bölgesine pek çok Türkmen gelmişti. Moğollar’ın Horasan’ı istilâ etmeleri üzerine bu Türkmenler’in çoğu Batı İran’a, istilanın oraya yaklaşması yüzünden de Anadolu’ya göç ettiler. Ertuğrul Gazi’nin babası olduğu söylenen Kaya Alp oğlu Süleyman Şah’ın bir müddet Ahlat yöresinde oturduktan sonra yaylamak ve kışlamak için Pasin ve Sürmeli Çukur ile güneyde Caber kalesi taraflarına inip çıkması, Moğollar’ın Âzerbaycan ve Batı İran’ı fethetmeleri ile ilgilidir

Süleyman Şah’ın ölümünden sonra Ertuğrul’un dört kardeşinden ikisinin “vatan-ı aslîye” yani
Türkistan’a döndüklerine dâir kaynaklarda verilen bilginin doğruluğundan şüphe edilebilir. Zira İran ve hatta Doğu Anadolu Moğolların işgalinde idi. Belki onlar Anadolu’da başka yere gittiler.
Esasen Moğollar’ın Orta Anadolu’yu istilaları üzerine oralarda yaşayan pek çok Türkmen topluluklarının batıya göç etmek zorunda kaldıklarını biliyoruz. Söğüt yöresinde yurt tutan Ertuğrul Gazi obası, halkı ile Bilecik’in güney batısındaki Domaniç dağlarında yaylaya çıkıyordu.

Verilen bilgiler Ertuğrul Gazi’nin ağır başlı, bununla beraber güler yüzlü, yardımcı, merd herkes tarafından sevilen, fazilet sahibi bir bey olduğunu gösteriyor. 680 (1280) yılında Söğüt’te vefat ettiği zaman yetişkin üç oğlu vardı ki bunlardan Osman Bey devlet kurucusu olarak tarihin nadir yetiştirdiği büyük şahsiyetlerden biridir.


Karakeçili oymağına gelince bu oymak Anadolu’da rast gelinen en büyük teşekküllerden biridir.
XV. yüzyılda Karakeçili adlı diğer büyük bir oymak da Urfa bölgesindeki Karakeçililerin XVI. yüzyıldaki mensuplarının pek mühim bir kısmının Ay Doğdu, Gün Doğmuş. Yaranış, Türemiş, Turak, Sevindik, Güvendik ve sâire gibi öz Türkçe adlar taşıdıkları görülüyor.

Kırşehir bölgesindeki Karakeçililer’in mühim bir kısmı ilk önce Haymana bölgesine, sonra da Eskişehir, Bilecik ve Kütahya bölgelerine göç etmiş ve bu yörelerdeki 24 köyde yerleşmiştir. Yine aynı oymaktan bazı obaların Balıkesir, Bergama ve Bursa bölgelerinde oturduklarını ve hatta bunlardan Balıkesir ve Bergama yöresinde yaşayanların, adları ile anılan makbul halılar dokuduklarını biliyoruz.

Bütün bunlardan başka Türkiye’de Karakeçili adını taşıyan birçok köyler de görülmektedir.

Kaynak: karakecili-asireti.com
Kaynak: Türk Dünyası Tarih Dergisi, Sayfa 4-8, Sayı 34, Ekim 1989, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı

Yörüklük Gelenek ve Görenekleri
Yörüklerin (Göçebe Türkmenler) Kültür İzleri





 

 

 

 

Anadolu ve Rumeli’de göçebe hayatı yaşayan Türkmenlere “yörük” adı verilmiştir. Yörük kelimesinin ne anlama geldiği konusunda çeşitli görüşler ile sürülmüştür. Bir kaçını sıralayalım.

Yörük; göçebe, dağlı, çok ve çabuk yürüyen, iyi yol alan, eskiden yeniçeriye katılan yaya asker, Anadolu ve Rumeli’de hayvancılıkla uğraşan göçebe Türkmenler geçimini hayvancılık yaparak sağlayan göçebe Türkmen.

Yörük, Anadolu ve Rumeli’de göçebe hayatı yaşayanlara verilen addır. Türkçe “yürümek” fiilinden türediği söylenir. Daha sonraları, göçebe halka verilen ad olduğu söylenmiştir. Yörük adı Anadolu ağızlarında cesur, eli ayağı çabuk anlamlarında kullanılır. Yörük bazı Türk lehçelerinde yöğrük şeklinde geçmektedir. Bazı araştırmacılar yürümek fiili ile yörük arasında kurulan bağa karşı çıkıyorlar. Yörükler, yürümek eylemi için “yörümek” fiilini kullanırlar. Yörük kelimesi göçer yaşam süren Türkmenlere verilen addır.

Yörük kelimesinin etnik özelliği yoktur. Yörüklük bir yaşam biçimidir. Oğuzlar, Türkmenler ve Yörükler hepsi göçer olan ve aynı köklü topluluğun değişik zamanlarda ve yerlerde aldığı adlardır. Bir diğer kaynakta yörüklerin yaşam biçimleriyle ilgili bilgiler buluyoruz.

Yörükler, en küçük topluluk olan yakın ailelerin birliğine SOY, soyların birliğine OBA, obaların birliğine OYMAK, oymakların birliğine BOY, boyların birliğine İL yani devlet adını verirlerdi. Bir diğer araştırmacı da yörük kelimesine değişik bir bakış getiriyor. Oğuzların ve Türkmenlerin yerleşik olanlarına durgun anlamında YATUK, Türkmen göçebelerine de TÜRÜK adı verilir. Yörük sözünün, göçebe Oğuz Türklerini ifade edişi yalnız Anadolu ve Rumeli için söz konusudur. Kaşgarlı Mahmud, Oğuz göçebelerine Türkmen demiştir. Yörük adı, köyler kurarak yerleşen veya yarı göçebe durumuna gelen Türkmenler yanında, göçebe Türkmenler için onların “göçer” veya yörük olduğunu ifade etmek amacıyla kullanıldı. Yerleşik düzen dışındaki Türkmenler devletin sınır boylarında hayvancılık ve akıncılığı birleştirmişlerdir. İki araştırmacımız da Oğuz efsanesiyle, yörük, oba, oymak ve boy adları arasında bağ kuruyorlar.18 Görüldüğü gibi yapılan incelemelerden yörük adı hakkında edinilen bilgiler çok açık değildir. Yörük; konar-göçer, daima çadırda oturan ve geçimini küçükbaş hayvancılıkla sağlayan Türkmenlere verilen addır, diyebiliriz.

Anadolu göçer kültürünün dayandığı tarihi temel Orta Asya Türk göçebeliğidir. Geçmişte, Orta Asya bozkırlarında yaşayan Türk topluluklarının yaşama biçimi, coğrafi çevre gereği hayvancılığa bağlı ekonominin belirlediği bir göçebeliğe dayanıyordu. Yörükler, Anadolu’da genellikle Orta, Güney ve Batı Anadolu’da yoğun bir şekilde görüldü. Anadolu’da Sivas, Ankara, Bolu, Kastamonu, Balıkesir, Manisa, Kütahya, Afyon, Uşak, İzmir, Aydın, Antalya, Konya, Adana, Hatay, Gaziantep ve Maraş illerinin bulunduğu geniş bir sahaya yayılan yörükler, değişik adlarla anılmaktaydılar.

Yörükler Anadolu’da dağınık yaşamalarına karşılık, Rumeli’de daha teşkilatlı ve belli yerlerde yaşamaktaydılar. Rumeli’de yörükler, İstanbul’dan Tuna boylarına kadar yayılmıştı. Yörüklere Osmanlı Devleti’nde yasaklı anlamında “nöker” denilmiştir. Yörük seferlere kendi aile ve hayvanlarıyla katılan, göç ve yerleşme haklarıyla tamamiyle hükümdara ait olan asker anlamına da geliyordu.

17.yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Devleti, yörükleri, idari otoriteyi sağlamak için zorunlu iskâna tabi tuttu. Bundan amaç arazinin işlenmesini ve eşkıya gruplarına karşı set görevi görmelerini sağlamaktı. Bugün Anadolu’da yörüklerin tamamına yakını yerleşik hayata geçmişlerdir. Ancak eski yaşam biçimlerini sürdüren, yaylak ve kışlaklarında, Toroslar’da günümüzde göçebe olarak yaşayan yörükler vardır. Konar-göçerlerin genellikle yerleştirildikleri yerler, yaylak-kışlaklarla eski yerleşim merkezleriydi. Bu yerlerde kom, mezra, ağıl, mandıra, yaylak ve divan gibi dağınık yerleşme tiplerini meydana getirmişlerdir. Yaylakta yaylacılık, kışlaktaysa basit çiftçilik yaparlardı. Zamanla kalabalık yörük toplulukları daha küçük parçalara ayrılarak birer aile birliği halinde yaptıkları evlerde kışlamışlardır. Yazınsa yaylaya çıkarak klasik çadırlarda yaşayışlarını sürdürmüşlerdir. Genellikle keçi kılı ve koyunyününden yapılmış çadırlarda yaşarlar. Çadır, göçebe yaşam biçiminin vazgeçilmez bir konut türüdür.

Çukurova bölgesinde yörük ve göçer adlarıyla bilinen hayvancılığa bağlı ekonomileriyle göçer, yarı göçer ve yaylacı olarak niteleyebileceğimiz göçer topluluklara günümüzde de rastlıyoruz. Bunlar hayvancılığın yanısıra kilimcilik, demircilik, el sanatları ve tarımla uğraşırlar.

Türkçede yaylak veya yayla denince, hayvanların otladığı yüksek yerler ve dağlar akla gelir. Aslında yaylak sözü kışlak deyiminin bir karşıtıdır. Yani yazın oturulan yer anlamına gelir.

Çukurova yörüklerince “çul çadır”, “kıl çadır” adlarıyla bilinen karaçadır, yer tezgâhlarında keçi kılından dokunur. Göçebe yaşam biçiminde yeri ve önemiyle çadır, göçer toplulukların en belirgin özelliklerinden biridir. Çukurova’da yaşayan yörüklerden Karatekeliler çadır geleneğini günümüzde de sürdürüyorlar. Bu çadırları yapmak için, keçi kılından elde ettikleri yünü kirmen(Kirman da denir) adı verilen bir aletle eğirirler. İp haline gelen yün dokunur. Dokumalar birleştirilerek çadır haline getirilir. Çadır dikme günü, çadırı bütün komşular birleşip dikerler (çatarlar). Kurban kesilip, hayır duaları okunur. Bu kıl çadırların üç veya dört direği, sekiz bağı olur. Sivriltilmiş kazıklara bağlanır. Yere çakılır. Gerilen çula sitil adı verilir. Çadırlara bağlanan bağlara başbağı, ortabağı, pirtibağı diye adlar verilir. Ayrıca bir de alayçık adı verilen gölgelikleri vardır. Çalıdan kesilmiş ince çubukların üzerine çul çekilerek gölge oluşturulur.
Prof. Dr. Erman Artun
Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi.





 

KUTLAMA MESAJI
 

Osmanlı Büyük Cihan Devletinin kuruluşun 712. yıldönümü olması ile münasebetiyle Eskişehir Ertuğrulgazi Yörük Dernekleri Federasyonu bir basın bildirisi yayınladı. Federasyon genel başkanı Muammer Toykar yaptığı açıklamada şöyle dedi

 

Eskişehir Ertuğrulgazi Yörük Dernekleri Federasyonu olarak üç kıtaya hükmeden, her gittiği yere hoşgörü, medeniyet, kültür ve hak götüren çok büyük imparatorluk kurup yüzyıllar boyu tarih sahnesinde başaktör olarak kalan Osmanlı devletimizin kuruluşunun 712 yıldönümünde şanlı ecdadımızın kurmuş olduğu Osmanlı devletinin kuruluş gününü büyük bir heyecanla yad ediyoruz.

 

“Osmanlı’nın geniş bir coğrafyada tesis ettiği barışın ne anlama geldiğinin gün geçtikçe daha iyi anlaşıldığına dikkat çeken; Toykar, geçmişi çok iyi anlama ve yaşama sorumluluklarının olduğunu belirterek, “600 yıldan fazla bir süre geniş bir coğrafyada ve çok farklı etnik grupları sulh ve sükûn içinde yöneten bir devletin ve tarihin altın sahifelerine adını kaydeden ulu bir çınarın hatıralarına sahip çıkmanın haklı gururunu yaşamaktayız.

 

Bizler her karış toprağında tarihinin izlerini, Şeyh Edebalı'nın alnının teri, her karış toprağında Ertuğrul Gazi'nin Osman Gazi'nin, ve nice kahramanlarımızın gözünün feri olan, adsız kahramanların kanı yoğrulmuş olan kuruluşa ve kurtuluşa ev sahipliği yapan bu eşsiz ecdat yadigarı diyarda yaşamaktan onur duymaktayız.” dedi.

 

“Şanlı Osmanlı ve Cumhuriyetimizin kuruluş ruhundan aldığımız güçle, muasır medeniyetler hedefinden asla taviz vermeden, bu vatan uğruna canlarını seve seve feda eden şanlı ecdadımızı, kahramanlarımızı her zaman olduğu gibi, yine bu günde minnetle ve rahmetle anıyoruz” diyen Toykar, Osman Gazi ile başlayan birbirinden başarılı 36. padişah ile devam eden Osmanlı devletini günümüzde bir odaya hapsetmek isteyen ve sadece  bayanlar ile olan ilişkisini ön planda tutan zihniyeti de Eskişehir Ertuğrulgazi Yörük Dernekleri Federasyonu olarak kınıyoruz. Bir odaya değil üç kıtaya sığmayan ahlaki yapısı çok sağlam olan Osmanlı devletini karalamak isteyen şer odaklarına Mustafa Kemal Atatürk ‘ün dediği gibi ‘Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.’ Türk insanı da gerçek tarihi öğrendikçe, bildikçe kendinde büyük işler yapmak için büyük bir gurur, arzu ve şevk bulacaktır.

Eskişehir Ertuğrulgazi Yörük Dernekleri Federasyonu olarak Osmanlı devletinin kuruluşunun 712 yıldönümünü kutluyor, tüm atalarımızı saygı ve sevgiyle anıyoruz.
Muammer TOYKAR Genel Başkan 
 

 



SELAM OLSUN OĞUZ KAYI BOYUNA SELAM OLSUN AVLAMIŞ KÖYÜNÜN TAŞINA TOPRAĞINA KURDUNA KUŞUNA  
 

Şeyh EDEBALİ'den Osman Gazi'ye Nasihat ..... “

Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.. Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz. Oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır. İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir... Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler. En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!.. Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!.. Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...

 
Facebook beğen  
 
 
 
 

 

İstiklâl Marşı Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır parlayacak! O benimdir, o benim milletimindir ancak! Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal. Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım; Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar. Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar, 'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın, Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı. Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ. Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli: Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli! Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli- Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım. Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım; Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım! Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl; Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet, Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!


 
Bugün 35891 ziyaretçikişi burdaydı!
ESYÖRÜK Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol